Özel Haber: Deniz Dalgıç

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres, bilim insanlarının Temmuz ayının dünyanın en sıcak ayı olacağını açıklamalarının ardından yaptığı konuşmada, küresel ısınma döneminin sona erdiğini ve "küresel kaynama döneminin geldiğini" söyledi. Şehir ve Bölge Planlamacısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer, şehirlerin ‘sürdürülebilir’ olmadığına dikkat çekerek, “Bizim şehirlerimiz maalesef sürülebilir şehirler değil. Bizim kentlerimiz maalesef hem çevre tahribatı açısından hem doğayı kullanma ve onu yok etme açısından en önde giden şehirlerimiz” dedi. Sıfır karbon emisyonu hedefine işaret eden Tunçer, “Konutlarda, çalışma alanlarında, iş merkezlerinde ve diğer yerleşim alanlarında, çevre yerleşim alanlarında çevreye duyarlı, ekolojik mimariye geçmemiz gerekiyor. Güneş enerjisinden olabildiğince yararlanan, güneş ve rüzgardan ısıtma ve enerji üreten, yağmur suyunu toplayan ve bunu depolayan ve yeniden kullanan yapıların yapılması gerekiyor” diye konuştu. Bireysel ulaşıma ağırlık verildiğini ifade eden Tunçer, çevreyi korumak için metro, tramvay, otobüs gibi toplu taşıma araçlarına ağırlık verilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Şehir ve Bölge Planlamacısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer, küresel ısınma ve iklim değişikliğe bağlı olarak nasıl şehirler inşa edilmesi gerektiğini ELİPS HABER’e anlattı. Tunçer’e sorduğumuz sorular ve yanıtları şu şekilde:

“Şehirlerimiz sürdürülebilir değil”

Şehirlerimiz küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine uygun mu?

Bizim şehirlerimiz maalesef sürülebilir şehirler değil. Sürdürülebilirlik 1980’lerin başından itibaren Birleşmiş Milletler raporunda geçen sürdürülebilir kentleşme, sürdürülebilir çevre yönetimi kavramlarını içerir. Bizim kentlerimiz maalesef hem çevre tahribatı açısından hem doğayı kullanma ve onu yok etme açısından en önde giden şehirlerimiz.

“Çevreye duyarlı, ekolojik mimariye geçmemiz gerekiyor”

Nasıl şehirler inşa etmemiz gerekiyor?

Bütün dünyada sıfır karbon emisyonu hedefi var ve bu hedefe ulaşmak için ağırlıklı olarak konutlarda, çalışma alanlarında, iş merkezlerinde ve diğer yerleşim alanlarında, çevre yerleşim alanlarında çevre duyarlı ekolojik mimariye geçmemiz gerekiyor. Güneş enerjisinden olabildiğince yararlanan, güneş ve rüzgardan ısıtma ve enerji üreten, yağmur suyunu toplayan ve bunu depolayan ve yeniden kullanan yapıların yapılması gerekiyor. Buna ekolojik mimari ya da yeşil mimari diyorlar. Bu konulara önem vermemiz lazım.

“Ulaşımda sürdürülebilirlik yok: Bireysel ulaşıma ağırlık verilmiş durumda”

Türkiye’deki yapıların durumu nasıl?

Maalesef yapılan yapıların çoğuna baktığımızda özellikle TOKİ yapıları ve müteahhitlerin yaptığı bu dönüşüm ağırlıklı yerlerdeki yapılar bu tür hedeflere uygun değil. Ayrıca ulaşımda sürdürülebilirlik yok. Bireysel ulaşıma ağırlık verilmiş durumda. Yollar, alt geçitler, köprüler, kavşaklar buna uygun değil. Herkesin özel arabası var ve başka bir yere gitmek için benzin mazot tüketmesi gerekiyor. Halbuki metro, tramvay, otobüs gibi toplu taşıma araçlarına ağırlık verilmesi lazım. Hem çevre kirliliği açısından hem de ekonomik olma açısından çok önemli. Ayrıca deniz kenarından giden otoyollardan, kıyıları tahrip eden yollardan vazgeçmemiz gerekiyor. TIRlarla taşımacılıktan vazgeçmemiz gerekiyor. Demir yolu ile ya da deniz yoluyla konteynerlerle taşımak çok daha akılcı olacaktır.

“Ankara'nın hala bir makro planı yok”

Şehirlerin dönüştürülmesi sizce mümkün mü?

Tabii ki şehirlerin dönüştürülmesi mümkün ve şarttır. Çok önemlidir. Bu ancak planlı bir yaklaşımla olur. Plansız bir yaklaşımla olmaz. Ankara'nın hala bir makro planı yok. Ankara'da 2040 yılını hedefleyen makro planlar yapılması lazım. Bütün kentlerde var olan makro planların yeniden çevre duyarlı ekolojik yaklaşımla ve dirençli kent modeliyle ele alınması gerekir. Bütün planlar yenilenmelidir. Giderek küresel kaynama dönemine geçiyoruz. 40-45 dereceleri yaşadık. 50 derecelere doğru gidiyor. Bunun için uygun bölgeler oluşturulması lazım. Araçsız bölgeler oluşturulmalı. Yollar artık yayalara ait bölgeler haline geldi. Belirli yerlerde katlı otoparklar, toplu parklar oluşturulabilir ama yeşil altyapıya ve mavi altyapıya çok önem verilmesi lazım.

“Çevrenin korunması hem devletin hem de kişilerin görevidir”

Yetkililere ne gibi sorumluluklar düşüyor?

Anayasa’nın 56’ncı maddesine göre çevrenin korunması ve geliştirilmesi hem devletin hem de kişilerin görevidir. Hepimiz sorumluyuz. İnsanların çevre konusunda dikkatli olmaları, atıklarını sağa sola atmamaları, çöplerini belirli ayrıştırmayla belli yerlerde toplayıp bırakmaları gerekir. Çevre meselesi bireyden, aileden başlar ve yayılır. Bunların en temeli bireysel bilinç meselesidir. Çocukluktan başlayarak çevre bilincinin verilmesi gerekir.

“Ayrıştırma merkezleri oluşturulmalı”

Zaten şu anda pahalılık, enflasyon ve kriz ortamında bu zorunlu olacak. Eskiden plastik torba dağıtılırdı. Her yerde marketlerde verilirdi. Şimdi parayla olduğu için insanlar biraz daha az kullanmaya başladı. Bunun gibi çevreyi kirleten konularda eğitmek gerekiyor. Ayrıştırma merkezleri oluşturmak gerekiyor. Bunların çok daha önemli merkezler haline getirilmesi ve semtler bazında toplanması gerekir. Burada devlet, belediyelere görev veriyor. Çevre koruması, çevre sağlığı konusunda yerel yönetimler, merkezi yönetimlerinde yerel birimleri görevli ve yetkilidir. Bütün bu planlama konuları benim az önce söylediğim, ekolojik yaklaşımla çevre duyarlılığı, dirençli kent modeline yönelik planlama konularının aslında belediyeler eliyle yapılması gerekir.

“Akıllı şehir kavramının hayatımıza girmesi gerekir”

Hatta ‘akıllı şehir’ kavramlarının artık hayatımıza girmesi gerekir. Çünkü suyun tüketiminden çöpün toplanmasına kadar akıllı şehir kavramları, bilgisayar teknolojileri girmiştir. Bu çok önemli bir konu. Kullandığımız her türlü maddelerin tasarrufu ve çevrenin korunması açısından yapılması gereken her şey hem belediyelerin hem de bakanlıkların yetkisindedir. Tabii en büyük yetki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınındır. Çevre Bakanlığının tüm kentlerin planlarına yeniden belediyelerle iş birliği yaparak, acilen el atması gerekir.

Editör: Deniz Dalgıç