Bilim, kültür-sanat, tasarım gibi birçok konuda video çeken YouTuber Barış Özcan, bir video yayınladı. Zaman bir yanılgıdan mı ibaret? Zamanı neden tanımlayamıyoruz? sorularına dikkat çeken Özcan, videoda şu ifadeleri kullandı: 

Zaman... Asla durduramadığımız, harcadığımızda geri gelmeyen tek şey. Ömrümüz... Dünyanın en zengin insanı da olsanız, Forbes'a "Dünyanın en güçlü insanı" diye kapak da olsanız, gücünüzün onu değiştirmeye yetmeyeceği tek şey. Onu tanımlamakta bile güçlük çekiyoruz. Filozoflardan yazarlara, bilim insanlarından, sanatçılara hepimizin zaman için yaptığı farklı farklı açıklamalar var fakat ne olduğu konusunda ortak bir fikrimiz yok. Hepimiz yaşıyoruz, tecrübe ediyoruz ama anlamını kavrayamıyoruz. Ne garip öyle değil mi? Yeterince kafamız karışık değilmiş gibi Einstein zaman hakkında şu sözleri söylemişti:

"Bizim gibiler," demişti "fiziğe inananlar; geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki farkın sadece inatçı bir yanılgıdan ibaret olduğunu bilir."

"Zamanı tek başına tanımlamak kolay değil"

Zaman gerçekten bir yanılgıdan mı ibaret? Niye tanımlanamıyor? Sahi siz onu nasıl tarif ederseniz?

Bir olayın gerçekleşmesi için gereken şeydir aslında zaman. Bir hareketin var olabilmesi için zaman gerekir. Bir noktadan diğerine belirli bir zamanda gideriz. Fakat hareket nedir? Onun içinde zaman gereklidir. Zamanı tanımlarken hareketi, hareketi tanımlarken de zamanı kullanmam gerekti. Görünen o ki zamanı tek başına tanımlamak öyle kolay değil. Zaman aynı zamanda görelidir de. Benim için bir saat geçerken, kara deliğin yanındaki bir başkası için yalnızca bir dakika geçiyor olabilir. Ya da ışık hızına yakın bir şekilde Andromeda'ya gitmekte olan başka birisi için belki de yalnızca 30 saniye geçmiştir. Ama ne garip öyle değil mi? Bu kişilerin hiçbiri zamandaki bu yavaşlamayı hissetmez. Hepimiz zamanı aynı şekilde algılarız. Kara deliğin yanında da olsak, uzayda ışık hızına yakın bir hızda seyahat ediyor da olsak, dünyada ayaklarımızı uzatıp, keyif yapıp kahvemizi yudumluyor da olsak. Çünkü damarlarımızda dolaşan kandan kolumuzda atan saate kadar etrafımızdaki her şey yavaşlar. Biz zamanı yine aynı şekilde algılarız. Oysa iki farklı köşede iki ayrı zaman akmaktadır. Öyle ki birisi evrenin zaman ayarlarıyla oynayacak olsaydı ve her şeyi bir anda yavaşlatıp, bir anda hızlandırsaydı bunu fark etme imkanımız dahi olmazdı. Zamanın ne olduğuna dair fizikçiler hala düşünüyor. Üstelik ona sadece zaman da değil, uzay-zaman diyorlar. Zamanla uzayın iç içe olduğunu Einstein'dan beri biliyoruz. Fakat 3 uzay boyutu yani en boy derinlik varken neden yalnızca bir zaman boyutu var?

“Neden 3 uzay ama 1 zaman boyutu var?”

Ve zaman neden sadece hep ileriye akıyor? Oysa ki 3 uzay boyutunda hem ileriye hem de geriye gidebiliyoruz. Zamanda bu neden olmuyor? Birçok fizikçi bunu entropi ile açıklıyor. Termodinamiğin ikinci yasası. Bir sistem zamanla düzensizlik yani entropi kazanır. Evrenimizdeki sistemler düzenliden düzensize doğru bir geçiş gösteriyor. Bu geçiş zaman içerisinde oluyor ve tek bir yönde akıyor.

Zamanın oku. Hep daha düzensiz olma eğiliminde. Dolayısıyla zamanla düzensizlik artıyor. O halde düzensizliğin artıyor olması bize zamanın ileriye doğru aktığını söylüyor olmalı.

Geçmiş hipotezi. Eğer entropi sürekli olarak artıyorsa dün daha düşük bir entropi olmalıydı. Neden dün daha düşük bir entropiye sahipti? Çünkü ondan önceki gün daha da düşük bir entropiye sahipti. İşte bu böyle geriye doğru gidiyor ve en sonunda büyük patlama anında evrenin çok düşük bir entropi durumundan başladığını söylüyor. Peki neden böyleydi? Ya da böyle olmak zorunda mıydı? Büyük bir soru işareti. Peki ya ışık hızının ilerisine geçebilsek? Bir hayli spekülatif kalan bu kısımda çok çılgın fikirler var tabii. Mesela az önceki sorumuza dönelim, “Neden 3 uzay ama 1 zaman boyutu var?” sorusuna. Sadece böyle düşünülmüyor elbette. 11 boyutlu supergravity teorileri de var.

Hatta bazı araştırmacılar, ışık hızının ötesinde yalnızca bir uzay, üç zaman boyutu olduğunu söyleyecek kadar cesaretli. Yani ışık hızının ötesine geçtiğimizde, zaman ile uzay kavramının değiştiğini iddia ediyorlar. Artık bunun ne anlama geldiğini bile tartışmayacağım, yoksa işin içinden çıkamayız. Fakat fizikçiler, zamanda geçmişe gidemeyeceğimiz konusunda neredeyse hemfikir.

Belli ki zamanın kendisi hakkında kafalar çok karışık. Tarihsel anlatımda geriye de gitsek, anılarla geçmişe de dalsak, çağımızın gerisindeki düşüncelere tıkılı da kalsak, hatta karadeliğin yakınına da gitsek, hatta ve hatta ışık hızına yakın seyahat de etsek, zaman hep ileriye akıyor.

Ve hiçbirimizin bunu değiştirmeye gücü yok. Onunla yaşamayı öğrenmeliyiz. Tıpkı bundan binlerce yıl önce yaptığımız gibi. “Saat 7'de kulenin orada buluşuruz” deyip, böyle telefona kol saatine bakamadığımız dönemlerden bahsediyorum. O zamanlar da bir şeyleri referans alıyorduk. Beşinci günün şafağında doğuya bakmak gibi...

Güneş’in doğuşu ve batışı. Her gün tekrarlanıyor. Hep aynı gibi duruyor. Kışın daha kısa, yazın daha uzun ama öyle bir iki haftada bile çok da fark edemiyoruz biz bunu. Neredeyse her gün uzunlukta bize aynı gibi hissettiriyor. Gün doğduğunda uyan, kalk, karnını doyur, çalışmaya başla. Öğlen bir ara ver, güneş battıktan sonra da yat dinlen. Zaten bu doğamıza işlemiş. Haliyle bu düzeni zamanla anlamlandırmışız. Zamanla, kum saatleri falan derken, mekanik saatler devreye girmiş. Fakat bu noktada önemli bir detay var artık. Senkronizasyon… Benim saatim ile senin saatin farklı şeyleri gösterirse, bu pek de anlamlı değil. İşte bu nedenle ortaya bir “standart” çıkıyor. Zaten, her şeyin başlangıcı olan güneş, dünyada farklı yerlerde farklı anlarda batıyor. Haliyle eğer güneş herkes için akşam sekizde batıyorsa, herkesin saati aynı zamanı gösteriyor olamaz. Bu yüzden farklı zaman bölgelerine ayrılıyoruz değil mi? Amerika'da ben 7 saat gerideyim. Fakat Güneş benzer saatlerde batıyor. Bir de dünyanın küreselliği var. Bazı yerlerde bazı günler hiç güneş batmıyor. Onlar da bir standardı takip etmek zorunda, yoksa birbirimizle anlaşamayız. Fakat senkronizasyon oyunu daha yeni başlıyor. Biz burada, Dünya'da, zamanı güneşe göre tanımladık ama evrenin öbür köşesinde ya akıllı bir uygarlık varsa onlar nasıl tanımlar acaba? Onlara bir mesaj gönderecek olsaydık bu fark birbirimizi anlamamızı engeller miydi? Aralarında zaman farkı olan iki zihnin birbirini anlaması. Oldukça zor fakat imkansız değil.

"Dünyada geçerli olan fizik yasaları evrenin bir başka ucunda da geçerli"

Bize yeni bir standart lazım gibi. Aslında bu standarda çoktan sahibiz. Atomik saatler. Dünyada geçerli olan fizik yasaları evrenin bir başka ucunda da geçerli. Dolayısıyla burada bir atomun başından geçen fiziksel olayların aynısı, aynı atom için, orada da yaşanıyor. Aynı zamanda atomlar nerede olurlarsa olsunlar birbirinin aynısı. Yani buradaki hidrojenle Andromeda'daki hidrojen arasında hiçbir fark yok. Mükemmel bir fabrika çıkışı. Bunun yanında atomlardaki elektronları bir üst enerji seviyesine taşıyabilmek için de tam ayarında bir enerjiye sahip mikrodalga göndermek gerekiyor. İşte tüm bu hassasiyet evrenin her yerinde de geçerli olan standartla birleşince atomik saatleri ortaya çıkarıyor. Bu sayede keyfi olarak belirlediğimiz bir atomun titreşimini ölçerek saniyeyi tanımlayabiliyoruz.

Bunun için de Sezyum133 atomunu seçtik. Onun 9.192.631.770 titreşimini saydığımızda "bir saniye" geçti diyoruz. Saniye kavramı biraz keyfi çünkü onu biz uydurduk. Fakat o titreşimin kaç saniye olduğunu bilirsek o zaman bizim 5 saniye dediğimiz şeyin, başka uygarlıklarda mesela 7 Kronos'a karşılık geldiğini keşfedebiliriz. Çünkü onlar da aynı atomu ölçecekler. Sadece ona farklı bir isim verecekler.

Henüz dünya dışı akıllı yaşamı keşfedemedik. İşte zaten bir gün karşımıza eğer böyle dünya dışı bir varlıktan sinyal gelirse bu gibi standartlar sayesinde onu deşifre edebileceğimizi umuyoruz. O yüzden basit bir tanımlama deyip geçmemek lazım. Evet zamanı tanımlamak biraz zor. Ama bir o kadar onu kullanmak da öyle. Hayatımızın içine işlediği için çok da farkında değiliz. Belki de üzerinde yeterince düşünmüyoruz. Ya da düşünecek vaktimiz yok. Zaman akıp gidiyor. Yaptıklarımız, yapamadıklarımız, mutluluklarımız, pişmanlıklarımız, anılarımız, gelecek planlarımız, geçmişimiz ve daha da önemlisi geleceğimiz. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabında şu sözleri söylemişti:

"Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?"

Sahi zamana yeterli kıymeti veriyor muyuz? Yoksa o sadece Einstein gibi bilim insanlarının düşüncelerinde mi yer alıyor? Sezyum-133 atomu hep aynı titreşimi yapsın diye mi ortaya çıkmış, yoksa her şey aynı anda gerçekleşmesin diye mi var? Genç doğup yaşlanalım diye mi hep ileriye akıyor? Neden her şeyi kontrol edebilirken onu bir türlü tutamıyoruz? Hayatımızın bu kadar içinde olan, şu an, her an var olan bir şeyi tanımlamak, anlamak neden bu kadar zor? Zamanı kavramakta zorlanıyoruz, onu geriye saramıyoruz, ama akıp giderken olacakları bir nebze de olsun kontrol edebiliriz. Dünle beraber giden sözler, evet düne aitti. Ama yarın yeni şeyler söyleyebiliriz. Geleceği belirlemek bizim elimizde.

Editör: Şevval Dalgıç