Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Kobani bütün dünyada insanlık suçu işleyenlere karşı büyük bir direnişle savunulan bir kentin adı. Kobani mücadelesi ve direnişi Türkiye’de, dünyada insanlık için nasıl büyük bir kazanç ise kimi çevreler için de büyük bir kayıp. Kürt halkının iradesinin yok edilmesine umut bağlayanlar, IŞİD’le birlikte Kobani’yi de kaybetti. Bu kaybın sonucu olarak yargı eliyle, iktidar eliyle yeni bir kumpas davası kuruldu. Katil denilen arkadaşlarımız bu ülkede demokratik siyasetin en yegâne temsilcisidir. İktidar katil arıyorsa kendisine ve iş birliği içinde olduğu mekanizmalara baksın” dedi.
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, TBMM grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Uçar, şunları söyledi:
“Biz Madımak Katliamı’nın, Sivas Katliamı’nın aslında bugün yaşadığımız siyasi atmosferi dizayn eden bir katliam olduğunu söylüyoruz. Zaman aşımıyla karşı karşıya olan ve zaman aşımına uğradığında da ‘hayırlı olsun’ diyen bir Cumhurbaşkanımız var. Bu Cumhurbaşkanı’nın yürütmüş olduğu hem hukuk hem siyaset elbette ki Ankara’da cemevlerine dönük saldırı gerçekleştirenleri tahliye ve beraat etmekten başka sonuç çıkaramazdı. Bugün Diyarbakır’da yaklaşık 13 aydır tutuklu bulunan 15 özgür basın emekçisinin davası görülecek. Yandaş olmayan, yandaş olmayı reddeden, gerçeklerden taviz vermeyen, görülmeyenin, duyulmayanın sesi olmaya çalışan özgür basın emekçilerinin en kısa zamanda özgürlüklerine ve mesleklerine dönmelerini diliyoruz. Bu toplumun gerçek anlamda yandaş olmayan basına ihtiyacı var. Gerçeklere ihtiyacı var. Basın emekçisi olan arkadaşlarımız bu gerçekleri yazdıkları için cezaevindeler. Bugün mahkemede çok iyi biliyoruz ki sansürü de gazeteciliğin nasıl bir faaliyet olduğunu, suç olmadığını da uzun uzun anlatıp büyük ihtimalle de olması gerektiği biçimde de tahliye olacaklar.
“Şiddetiniz karşısında dayanışmamız da mücadelemiz de dün olduğu gibi bugün de devam edecek”
AKP-MHP iktidarının ‘yeni yüzyıl’ diye tabir ettikleri dönemi hep birlikte yaşamaya başladık. Hem ülke hem toplum ciddi bir çöküşle karşı karşıya. Bu ülkeyi tek tipleştirmek isteyen, tek sesli, tek renkli yapmak isteyen bir iktidar bunun için elinden geleni ardında koymadan çalışıyor. Her türlü keyfilik, hukuksuzluk, sansür, baskı, hak gaspı, yoksuzluk yolsuzluk ve savaş politikalarıyla da bu toplumu baş başa bırakmaya çalışıyor. Bütün toplumsal kesimlerin ve mücadele alanlarının bugün karşı karşıya olduğu saldırılar tek merkezden yönetiliyor. Hepimiz aslında aynı saldırılarla karşı karşıyayız. Yine hafta sonu Galatasaray Meydanı’nda 954’üncü haftadır adaletin sesi olma mücadelesini yürüten, büyüten ve bizce Galatasaray Meydanı’nı ‘Adalet Meydanı’ yapan Cumartesi Anneleri-İnsanları aynı şekilde daha bir araya gelmeden, basın açıklamasına başlamadan gözaltına alınarak ters kelepçelendi. Dün hem Eskişehir’de hem Adana’da sokağa çıkmak isteyenler LGBTİ’ler hatta gençler, emekçiler, kadınlar daha demokratik haklarını icra etmeye başlamadan bu iktidarın kolluk güçleri tarafından kriminal bir halde gözaltına alınmaya çalışılıyor. En son Adana’da milletvekili arkadaşımız Perihan Koca’da aynı saldırı ile karşı karşıya kaldı. Şiddetiniz karşısında dayanışmamız da mücadelemiz de dün olduğu gibi bugün de devam edecek.
Geçtiğimiz hafta Kobani kumpas davasının duruşmalarından birisi daha gerçekleşti. Biz de arkadaşlarımızın yanında olmaya çalıştık. Kobani kumpas davası kurmaca bir yargılama, hukuki bir alt zemini yok. Sevgili Gülten Kışanak, en son mahkeme salonunda şunu söyledi: ‘Siz, bizi suçlayacak herhangi bir delil bulamadınız ama bizden suçsuzluğumuzu kanıtlamamızı istiyorsunuz’. Yine birçok hukuki itirazları reddeden mahkemenin ret gerekçelerinden birini sizinle paylaşmak istiyorum. Demirtaş’ın tahliye talebini reddederken adalete zarar verebilir diye absürt bir kararın altına imza atan bir mahkeme heyetiyle, bir iktidarla karşı karşıyayız. Mahkeme tarafından 5 bin 267 sayfalık bir mütalaa hazırlandı. Mahkeme heyeti şunu söylüyor: ‘İktidar biziz. Biz ne kadar istersek siz o kadar hapiste kalırsınız. Biz ne kadar süre verirsek o kadar sürede savunma yaparsınız. Sizin varlığınız bile bu mahkemenin kurulmasına ve yargılanmanıza yeterlidir.’ Yani bu mahkeme oldu bitti mahkemesi. Hukuki hiçbir altyapısı olmayan bu siyasi komplo yargılamasının esas nedenlerine bakalım. Kobani bütün dünyada insanlık suçu işleyenlere karşı büyük bir direnişle savunulan bir kentin adı. Kobani mücadelesi ve direnişi Türkiye’de, dünyada insanlık için nasıl büyük bir kazanç ise kimi çevreler için de büyük bir kayıp. Kürt halkının iradesinin yok edilmesine umut bağlayanlar, IŞİD’le birlikte Kobani’yi de kaybetti. Bu kaybın sonucu olarak yargı eliyle, iktidar eliyle yeni bir kumpas davası kuruldu. Katil denilen arkadaşlarımız bu ülkede demokratik siyasetin en yegâne temsilcisidir. İktidar katil arıyorsa kendisine ve iş birliği içinde olduğu mekanizmalara baksın.
“Hakikatlerin karartıldığı bu süreci görmek isteyenler kobani kumpas davasına baksınlar”
Kobani protestoları bittikten sonra Cumhurbaşkanı’nın bir sözü var. 7 Haziran seçimlerinden 9 ay önce vuku bulan 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili şu cümleyi kurdu. 7 Haziran’da 80 vekil alınca ortalığı yıktılar diyerek aleni yalan söylemekten geri durmadı. Tam 7 yıl sonra Kobani davası açıldı. Aynı şekilde bu mahkemelerde daha sonra çete üyeliğinden ihraç edilecek olan hakimler, savcılar görevlendirildi. Kobani kumpas davası Türkiye’de bir hukuk katliamıdır. Hukukun bittiği noktadır. Hakikatlerin karartıldığı bu süreci görmek isteyenler Kobani kumpas davasına baksınlar. ‘Kobani düştü, düşecek’ diyenlerin suya düşen hayallerinin intikamını almak için yürütülen bir süreç olduğunu ifade etmek isteriz.
15 Temmuz darbe girişiminde kamu görevlisi olanlar 6-8 Ekim’de güvenlik bürokrasisinde görev yapıyordu. İktidar diyor ya ‘Darbecilerle mücadele’ diye bunlarla da mücadele etmesini istiyoruz. Hiçbir işlem yok. İşlemin yapıldığı tek kesim HDP’nin yöneticileri, seçilmişleri ve Kobani direnişine destek veren yurttaşlarımız. Bu kumpas davası AKP-MHP iktidarının tıpkı Gezi Davası’nda olduğu gibi aslında toplumsal muhalefete yönelik siyasi bir darbesidir. Gezi ve Kobani protestolarında esas açığa çıkan şeyin kendisi sokağa demokratik mücadelenin meşru alanına dönüştüren iradeye bir saldırıdır. Kimse sanmasın ki Kobani’den çıkan sonuç sadece Kobani Davası’nda Gezi’den çıkan sonuç sadece Gezi’den yargılananlara bağlıdır. Tam tersine bu sonuçlar o kadar toplumsal ki.
Esas gündemlerimizden birisi de ülkede yaşanan ekonomik kriz. Hepimiz her gün acaba hangi zamlarla uyanacağız diye güne başlıyoruz. AKP-MHP iktidarı Türkiye yüzyılı ifadesini kullandığı andan itibaren zamlar başladı. Bu yüzyılın kendisine ‘zam yüzyılı’ demek en doğru tespitlerden birisi olacak. Torba yasa da AKP-MHP iktidarının siyasi niteliğiyle birlikte aslında ekonomik anlamda da neler yaptığının ve yapacağının göstergesi niteliğinde. Soralım buradan. Yaklaşık 20 yıllık iktidarı boyunca yani 2003 ile 2022 yılları arasında yaklaşık 90 milyar lira deprem vergisi toplanmış. Bu deprem vergilerinin nereye gittiği konusunda iktidardan net bir açıklama yok. Ancak 2011 yılındaki Van depreminde bugünün Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bir sözü var. Duble yollar, havalimanı ve sağlığa harcamışlar ki toplumun sağlığa erişemediği de gün gibi ortadayken bunu söylemekten geri durmadılar. Ek vergilerde yüzde 8 olan KDV’yi yüzde 10, bununla birlikte de ek MTV getirerek çaldıkları her şeyi bu halktan, bu emekçiden almak niyetinde olduklarını gösterdiler. Deprem vergilerini deprem için kullanmış olsaydı bu iktidar; bu vergi yükü olmayacaktı. Bu ekonomik krizi ve mevcut iktidarın bize dayatmış olduğu bu ekonomik krizi savaştan baştan bağımsız ele almamız mümkün değil. Ciddi savaş politikalarıyla birlikte savunma sanayiye çok ciddi yatırım yapmış bir iktidarla karşı karşıyayız. Eksilen her bir ekmek bu savaş politikalarından ayrı ele alınamaz.”