Yedinci yılında 15 Temmuz Sempozyumu’na Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Cemil Koçak, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Hamit Emrah, Ankara Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Cem Duran Uzun ve Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Bezci konuşmacı olarak katıldı.
“Bu tür toplantılar zamanın ne kadar hızlı geçtiğini hatırlatıyor”
Bu tür toplantıların en verimli kısmının zamanın ne kadar hızlı akıp geçtiğini hatırlattığını dikkati çeken Öğretim Üyesi Cemil Koçak, “Şimdi bir an için düşünelim son seçimde 18 yaşındaki gençler ilk kez oy kullanırken 15 Temmuz onların 11’inci yaş gününe denk geldi. Şunu söylemeye çalışıyorum bu kadar hızlı geçen bir nesiller arası dönüşümde tarihsel hafızanın her defasında canlı tutulmasında çok büyük yarar var. O yüzden SETA’ya bu toplantısından dolayı ve de beni davet ettikleri için teşekkür ederim” dedi.
“Darbelerin benzer özellikleri var”
Gençlere özellikle hitap ettiğini söyleyen Koçak’ın konuşmasının satırbaşları şu şekilde;
“Atilla İlhan’ın bir romanı vardır belki rastlamışsınızdır. Gençlere özellikle hitap ederek söylüyorum. Zenciler birbirlerine benzemez. Bilmiyorum hiç duydunuz mu? Çünkü ilk bakışta bütün zenciler birbirine benziyor, bütün Çinliler birbirine benziyor gibi. Benzetmeyi şöyle yapacağım; bütün darbeler de birbirine biraz benzer birazda benzemez. O yüzden Türkiye’de darbeler geneline baktığımız zaman her darbenin kendine has özellikleri olduğu gibi pek çok darbenin de arka planında benzer özelikler olduğunu fark etmemiz gerekir.
“Darbe sadece darbeden ibaret değildir”
Şunu söylemeye çalışıyorum pek çok başarısız darbede oldu. Çok şükür 15 Temmuz başarısız darbeler arasında yer alıyor. Genellikle darbeler tarihi anlatılırken o darbe gecesinde ya da darbecilerin tarihinden literatür fazlasıyla bahseder. 27 Mayıs’tan beri bu böyledir. Oysa bir darbe dinamiğinin darbe gecesi öncesi hazırlığında çok durmak lazım. Bence asıl mesele bir darbe sadece darbeden ibaret değildir. O darbenin hazırlık safhası vardır ve bu hazırlık safhası esas itibariyle darbenin kitle desteğinin hazırlanmasıyla ilgilidir.
“Darbenin meşruluğunu gösterecek dezenformasyon kampanyası mümkündür”
Kitle desteği olmayan bir darbenin iktidarda kalabilme imkan ve şansı düşük olur. Mutlaka Türkiye toplumunun belirli bir kesiminin o darbeye destek olması gerekir. Ve darbe öncesinde ki hazırlık, propaganda esas itibariyle bu kitlenin siyaseten psikolojik olarak ve ruhen bir darbeyi destekler konumuna gelmesine ve mümkün kılan bir hazırlıktan ibarettir. 27 Mayıs böyle hazırlanmıştır. Tabi o zaman bugün olduğu gibi çok geniş bir enformasyon ya da dezenformasyon kampanyasını yönetebilecek kanallar dardı. Genellikle söylentiler, dedikodular veya dönemin literatüre geçmiş kısmıyla kulak gazetesi ile yapılırdı bu iş. Bugün öyle değil çok daha geniş kanalardan çok geniş kitlelere darbenin haklılığını ve meşruluğunu gösterecek ölçüde geniş bir dezenformasyon kampanyası mümkündür, basittir ve kolaydır. Bu sadece bize ait olan bir şey değildir, bütün dünyada bu böyle yapılabilir.
“15 Temmuz en geniş kapsamlı, en geniş ordu içinde destek sağlayabilen darbe”
15 Temmuz’un tipik özelliklerine geçecek olursak 15 Temmuz tıpkı 27 Mayıs’ta olduğu gibi ya da 27 Mayıs sonrasında Harp Okulu Komutanı Kurmay ve Albay Talat Aydemir’in pozisyonunda olduğu gibi ordu içi hiyerarşiye sahip olmadan gerçekleştirilmeye çalışan darbeler grubuna girer. Bu anlamda 12 Mart ve 12 Eylül’den tamamen ayrılır. Şimdi ne 27 Mayısçıların ne 27 Mayıs’ı yapan darbeci subayların elinde ne Talat Aydemir grubunun 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe girişimlerinde elinde olan kadrolar ile kıyaslandığımız takdirde 15 Temmuz’u gerçekleştirmek üzere harekete geçmiş olan örgütlenmenin elindeki güç bunlarla kıyas edilmeyecek kadar fazlaydı. Bir kere birinci saptama bu. Yani ordunun kendi hiyerarşik yapılanmasının dışında yapılan en geniş kapsamlı en geniş ordu içinde destek sağlayabilen ya da sağlayabilecek olan darbe girişimi 15 Temmuz oldu.
“Darbeyi destekleyecek kıvama gelmesini sağlayacak süreç başlatıldı”
İkincisi 15 Temmuz’dan önce yaklaşık olarak 2013 gezi kalkışmasıyla birlikte Türkiye’de bir darbenin haklılık ve meşruluk temelini oluşturabilecek bir kitlenin hazırlanması süreci başladı. Bu da tıpkı 27 Mayıs öncesinde olduğu gibi ve sonralarında da aynı dinamik üzerinden harekete geçildiği gibi Türkiye’de bir demokratik rejimin artık son bulduğu ya da son bulmak üzere olduğu tamamen bir diktatörlük idaresine gidildiği ya da gidilmiş olduğu ya da kurulmuş olduğu şeklindeki bir propagandanın toplum nezdinin toplumdaki belirli bir grubun darbeyi destekleyecek kıvama gelmesini sağlayacak süreci başlatmış oldu.
“Yeni bir gerçek inşasına çalışıyorlar”
“İçinde bulunduğumuz çağda post truth (gerçeklik ötesi) dediğimiz dönem içerisinde algılarımız yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor bir taraftan bazı gerçekler değiştirilmeye gayret ediliyor” diyen Prof. Dr. Hamit Emrah, “Buradan hareketle yeni bir gerçek inşasına çalışılıyor. Çok basit bir örnek vereceğim bu noktada. Darbenin bir faili var değil mi yani bu darbeyi yapan bir örgüt var esas itibariyle kendiliğinden gelişen bir hadiseden bahsetmiyoruz. Bu örgüte de biz FETÖ diyoruz. Yargı kararlarıyla bu artık sabitleşti. Yargıtay’da böyle bir örgütün varlığını kabul ediyor. Anayasa Mahkemesi hakeza bu doğrultuda kararlar verdi” ifadelerini kullandı.
“Gülen grubu ifadesini kullananları görüyoruz”
Diğer taraftan da son dönemlerde bazı çevrelerin FETÖ ile aslında normal şartlar altında kağıt üstünde ilişiklisi bulunmadığı düşünülen bazı çevrelerin FETÖ’yü ya da o yapılanmayı tanımlamak için Gülen grubu ifadesini kullandıklarını görüyoruz” ifadelerini kullanan Prof. Dr. Emrah’ın konuşmasından satırbaşları şu şekilde;
“Gittikçe bu ifade çok sıklaşıyor ve darbe adeta unutulmaya ya da faizsiz hale getirilmeye gayret ediliyor. İşte birtakım komple teorileri ortaya atılıyor. İşte cumhurbaşkanı yardımcımız da kendi konuşmasında söyledi kontrollü darbe denilen bir olgudan bahsediliyor. Daha da ileriye götürülüp tiyatro deniliyor ve netice itibariyle milletimiz açısından son derece sadece Türk demokrasisi açısından değil tüm dünya demokrasi tarihi açısından da son derece önemli olan bu hadise önemsizleştirilmeye gayret ediliyor.
“Bu tür darbeler dış destek olmadan hayata geçirilemez”
Bu tür darbeler dış destek olmaksızın hayata geçirilemez yani siz darbeyi bir şekilde yapsanız bile dış devlet olmadan onu hayatta tutamazsınız. Uluslararası anlamda bir saygınlığınız olmazsa herkes sizi yalnız bırakırsa o darbe başarısız olur. Dolayısıyla bu darbelerin dış desteği var. En başta söyleyeceğimi en sonda söyleyeyim FETÖ’nün de dış desteği var. Çoğunlukla eğitime ağırlık verildiğini görüyoruz. Ciddi bir alt yapı hazırlık çalışması var. 70’lerden sonra yani 8o’lerin başlamasıyla 12 Eylül darbesinin yarattığı o tahrip edici ortam ortadan kaldırılmaya çalışması ve yeni bir dizayn oluşturması FETÖ’nün önünü açıyor. 40 yıllık bir darbe sürecinden bahsediyorum. 40 yıllık temeli oluşturulan altyapısı hazırlanan bir yapıdan belirli bir süreçten bahsediyoruz. Bu yapının tehlikeli olduğu aslında AK Parti ile ilişkilerin gerilemeye başlandığı 201o’lu yıllardan itibaren başlıyor, anlaşılıyor diyelim.
SETA’nın ‘Yedinci Yılında 15 Temmuz Sempozyumu’nda konuşan Ankara Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Cem Duran Uzun’un konuşmasından satır başlıkları şöyle:
15 Temmuz’un başarısızlığında büyük katkıları olan 250 şehidimizi saygıyla anıyor, 2736 gaziye de sağlık diliyorum. Ben bu süreci hukuk ve yargı açısından değerlendirmek istiyorum. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 7 yıl geçti.
‘’Tarihe baktığımızda yargının, darbeler esnasında iyi bir sınav verdiğini söyleyemeyiz’’
Türk siyasi ve yargı tarihine baktığımızda darbeler esnasında yargının iyi bir sınav verdiğini söylememiz mümkün değil. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra kurulan Yassıada Mahkemeleri’ni, 12 Mart’tan sonraki Sıkı Yönetim Mahkemeleri’ni, Genel Yönetim Mahkemeleri’ni, 28 Şubat sürecinden sonra Genelkurmay’a gidip bilgilendirme alan yargıyı buna örnek verebiliriz.
Yargı, darbe girişimleri sırasında değil demokrasiye sahip çıkmak, bilakis darbecilerle aynı safta yer almıştır. Ancak 15 Temmuz, yargının bu sicilini temizleyen bir darbe girişimidir. Henüz darbe yeni başlamışken, darbenin başarılı olup olmayacağı belli değilken, Ankara ve İstanbul Başsavcılıkları, bu kalkışmanın ağır bir suç olduğunu açıklamıştır. Yine Yüksek Mahkemeler, darbe girişiminin ilk saatlerinde açık bir karşı tavır almış, direnişi desteklemiştir. Yargı, ilk defa 15 Temmuz’da darbe girişimine direnmiş ve başarılı olmuştur.
15 Temmuz’dan sonra darbe girişiminde bulunanlara karşı mücadelenin en önemli ayağını yargı üstlendi. Darbe girişiminden önce FETÖ ve PDY Devlet Yapılanması davaları söz konusuydu. Darbe girişiminden sonra FETÖ’ye karşı çok sayıda dava açıldı. Bu davalar dışında, bir de Darbe Davaları dediğimiz davalar açıldı. ‘Anayasal düzeni ihlal suçları’ ve ‘ihlale teşebbüs’ suçlarından 58 ilde 289 tane fiili darbe davası açıldı.
Bu davalardan ağırlıklı olarak Ankara ve İstanbul’dakiler öne çıktı. Ankara’da her bir grup eylemi için ayrı davalar açıldı. Buna en önemli örnek olarak Akıncı Üssü Davası’nı verebiliriz. Bu dava, darbe girişimini yöneten 5 sivil imama açıldı ve toplam 487 tane sanığı bulunuyordu. Davanın bir numaralı sanığı ise Fethullah Gülen’di.
Bu davalardan 176 tanesi Yargıtay tarafından onandı, 4 tane dava istinaf aşamasında kesinleşti. Geriye kalan davalar hala devam ediyor. Bu davalarda 8 bin 724 tane sanık yargılandı. Bu sanıklardan 4 bin 890’ı mahkumiyet, 2 bin 870’i beraat, 964’ü ise ceza verilmesine yer olmadığı kararı ile karşılaştı.
‘’15 Temmuz, benzerleriyle karşılaştırılamayacak bir darbe girişimi’’
15 Temmuz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiyerarşisi içinde olmayan ve benzerleriyle karşılaştırılamayacak bir darbe girişimiydi.
1 Kasım 2015 seçimlerinden bir hafta sonra, 8 Kasım’da, darbe girişiminin planlamasını yapmak üzere Ankara Çayyolu’nda bir villa kiralandığını biliyoruz. Bu villada sivil imamlar, generaller, amiraller ve kurmay albaylar vardı. Bu detayları itirafçılardan öğrendik. Darbe planlaması 9 ay boyunca sürdü. Bu darbe girişimi kağıt üzerinde hatasız, mükemmel ve önlenmesi imkansızdı. Çünkü çok geniş bir destek vardı.
Peki neden başarısız oldu? Mahkeme kararlarından gördüğümüz kadarıyla, darbe girişimini planlayanlar, darbenin açığa çıktığını hissederek 16 Temmuz’da yapılması planlanan darbeyi 15 Temmuz’da yaptılar. Siyasetin ve halkın direnişi, medyanın tepkisiyle darbe bastırıldı
‘’Başarılı bir yargılama süreci yürütüldü’’
Yargı, darbeye erken ve sert bir tepki gösterdi. Darbe girişiminden sonra darbe yargılamalarında başarılı bir süreç yürütüldü. 289 darbe davası hakkında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, adil yargılanma hakkının temel ilkeleri, hem ceza muhakemesi usulünün temel ilkeleri, savunma hakkının temel ilkeleri, makul sürede yargılanma hakkı açısından başarılı bir yargılama yapıldı.
‘’Yargı, suçluları ve masumları ayırt etti’’
Masum er ve askeri öğrencilerin de cezalandırıldığı gibi söylemler var. Mahkemelerin, bu iddiaları yalanlayan çok sayıda kararları bulunuyor. Aslında saydığım veriler, sanıkların bir torbaya doldurulup topluca cezalandırılmadığını ve yargılananlardan üçte birinden fazlasının beraat ettiğini gösteriyor. Yargı, suçluları ve masumları ayırt etti. Yapılan hatalar ise Yargıtay aşamasında düzeltildi.
Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Bezci, 15 Temmuz’un yedinci yıldönümü kapsamında gerçekleştirilen SETA etkinliğinde konuşma gerçekleştirdi. 15 Temmuz’un diğer darbelerden farklı olduğunu söyleyen Bezci, “toplumun dinamiklerini bir şekilde ele geçirmeye çalıştı. Toplumun dinamiklerini ele geçirirken eğitimi kullandı. 80’li yıllarda bu ivme çoğaldı. İkinci aşama Zaman Gazetesi ve medyaydı. Zaman Gazetesi 80’lerin sonunda çok muhafazakar, entelektüel bir gazete olarak başlamıştı. Sonra başka bir şeye dönüştü. Sonra piyasa geldi. 90’ların başında piyasada o kadar güçlü değillerdi. Piyasada güçlü oldukları yer aslında okulları bile vermeyi göze aldıkları yerdir” dedi.
Bezci’nin açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:
“60 darbesi içinde bulunduğumuz sistemin ruhunu yaratan yer”
İktidarın bir darbeyle yıkılması çok kadim bir mesele. Patrona Halil’de, meşrutiyetçilerde hepsi aynı şeyi yapıyordu. Bizim aslında bugün askeri darbe geleneği dediğimiz demokratik bir politik sistemde bunu bir darbeyle sona erdirmek. Ve bence 60 bunun başlangıcı. Her ne kadar biz daha sonra seksen iki anayasasını yapmış olsak da, 60 hala içinde bulunduğumuz sistemin ruhunu yaratan yer. Sonrasında 100 maddeyi değiştirmiş olsak da aslında hala 60’ın yarattığı ikinci cumhuriyet içinde yaşıyoruz.
“Ekonomik sorunlarla başlıyor, ardından güvenlik açığı oluşuyor”
Askeri darbe geleneğinde, tabii ki birbirinden çok farklılar ama birbirlerine benzer taraflar da var. Genel olarak matematik benim gördüğüm kadarıyla şöyle işliyor: Önce ekonomik sorunlar başlıyor, bu ekonomik sorunlar politik bir karmaşayı beraberinde taşıyor. Bu politik karmaşa, öğrenci olayları, Gezi olayları, başka şey de olabiliyor. Daha sonra müthiş bir güvenlik açığı oluşuyor. Güvenlik açığıyla beraber aslında darbe geliyor. Hemen hemen her darbe bu matematikten geçiyor. Darbeyi başarılı kılan genelde önce kitle desteği, sonra dış destek geliyor.
2016’da ne yaşandı?
2016’da ekonomik durum şimdikinden çok daha iyiydi. Türkiye'de biraz daha böyle hani 2008 ekonomik krizin etkileri yavaş yavaş gösteriyordu ama biraz iyileşme de vardı. Yani insanlar ekonomik olarak kendilerini kötü hissetmiyorlardı. O zaman neden darbe oldu? Politik bir karmaşa var mıydı? Evet, Gezi Parkı, evet işte 17-25 Aralık süreci ama karmaşanın karşısında güçlü ve istikrarlı bir hükümet vardı. Hemen bütün bunlardan sonra 2014 seçimleri yapmıştık. 2014 yerel seçimlerinde hükümet gayet güçlü bir şekilde kendisini göstermişti. 2015’te Haziran'da ve Kasım'da 2 tane seçim yaptık. Kasım'daki seçimde yüzde 49 oy almıştı. Güçlü, istikrarlı bir hükümet vardı. Güvenlik açığı var mıydı? Hemen 2015’i hatırlayalım. Hendek terörü. O yaz bir şekilde son verdirmişti. En nihayetinde iki 2015’in sonuna geldiğimizde 2016’nın başında aslında güvenlik açısından durum oldukça sakindi.
“2016 darbesi bildiğimiz darbe sistematiğinin dışında”
Bütün bunlar böyleyken niye o zaman darbe oldu? Bu sorunun cevabını ben aslında biraz daha geride arıyorum. Bu, Neoliberal siyaset dengesinde önemli. Cevap orada gömülü. 2016 darbesi, aslında bizim bildiğimiz darbe sistematiğinin dışında bir darbe. Bizim bildiğimiz darbeler 2007’de sönümlendi. 2007 sonuncusuydu. 2007 meşhur o e bildiri onun en sönümlendiği yerdi. Asker belli bir dönemde darbe yapmaya çalışıyordu. Ve karşısına kitlesel destek arıyordu. Mesela o zaman da kitlesel destek olmadı. Hükümet hemen seçim dedi. Seçimde kitlesel destek başka bir yerde çıkınca herkes sustu oturdu. Aslında o da ciddi bir darbeydi. 2007’de bürokratik olarak FETÖ grubu hükümete zaman zaman destek vermiş olsa da 2007’ye kadar kitlesel hiç destek vermedi. Kitlesel destek verdiği iki seçim vardır. Bir tanesi 2010’daki referandum. Bir tanesi de 2010 seçimleridir. Bunun dışında hiçbir kitlesel destek vermedi.
Neoliberal siyaset dengesi nedir?
Şimdi biraz geriye gidersek mesele daha net olacak. Neoliberal siyaset dengesi dedim. Bundan ne anlıyorum? Kapitalist neoliberal siyaset devlet, toplum ve piyasa diye 3 temel saç ayağı üzerine oturuyor. Aslında kapitalizm şöyle gelişiyor: Kendi içinde bir kriz yaşarsa bu saç ayakları arasındaki ağırlıklar değişiyor. Aynı halter ağırlıklarını değiştirmek gibi bir şey. 2009 ekonomik krizi yaşıyorsunuz. Bu piyasanın bir krizi. ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ci piyasa. Kim geliyor kurtarıyor? Devlet geliyor, kurtarıyor. Devlet biraz yük alıyor, ona da refah devleti diyoruz. 70’li yıllarda refah devleti artık finanse edilmiyor. Onu kim gelip kurtarıyor? Piyasa ve toplum kurtarıyor.
Piyasanın kurtarılmasına biz ‘özelleştirme’ dedik. 80’li yıllarda Özal politikaları. Toplumun kurtarmasına da ‘sivil toplumculuk’ dedik. Bu 19. yüzyılda unuttuğumuz kavram. 1980’lerden sonra mübarek bir kavrama dönüştü. Aslında her ne kadar bu yapı 60’lı yıllardan beri var olsa bile Neo liberal siyaset dengesinde büyüdü. Piyasanın ve toplumun devleti yönlendirdiği, geliştirdiği, bizim ‘daha demokratik’ dediğimiz politik sistem için de gelişti, büyüdü. Bir taraftan da bu demokratik politik sistemin ürünü olarak karşımıza çıktı. Çünkü 60’larda, 70’lerde hiçbir zaman bu kadar güçlü olmamıştı. 80’lerde güçlendi. Biz demokrasiyi nasıl kavrıyorduk o zaman? Toplum güçlenirse piyasa güçlenirse, piyasa aktörleri güçlenirse, devlet küçülürse, devlet yeniden yapılandırılırsa vs. Kavramlar hep bunlar. 90’lı yıllar boyunca benim neslim tamamen bunları konuştu ve demokrasiyi böyle anladı. Bu bağlamda hala böyle anlıyoruz.
“Toplumun dinamikleri eğitim yoluyla ele geçirilmeye çalışıldı”
Buradaki mesele şuydu. Bu yapı şuradan geldi: Önce toplumu, yani toplumun dinamiklerini bir şekilde ele geçirmeye çalıştı. Toplumun dinamiklerini ele geçirirken eğitimi kullandı. 80’li yıllarda bu ivme çoğaldı. Ben dershanelerin nasıl bir anda bütün Türkiye'yi sardığını, nasıl kolejlerin bir anda aynı isimle yayıldığını gözlemlemiş biriyim. Önce eğitim yoluyla toplumun daha elit toplumsal sınıfını da eline geçirerek ama sadece onları değil, onların ailelerinde bağlıyorsunuz.
“Medyayı ele geçirdiler”
Toplumun dinamiklerini ele geçirmesinin ikinci aşaması Zaman Gazetesi ve medyaydı. Zaman Gazetesi'nin dönüşümü ki önce öyle başlamamıştı. Zaman Gazetesi 80’lerin sonunda çok muhafazakar, entelektüel bir gazete olarak başlamıştı. Sonra başka bir şeye dönüştü.
Sonra piyasa geldi. 90’ların başında piyasada o kadar güçlü değillerdi. Piyasada güçlü oldukları yer aslında okulları bile vermeyi göze aldıkları yerdir. 28 Şubat ile aynı dönemlere denk gelir. Ama Bank Asya kurdu. Bank Asya piyasayı ele geçirme açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır.