İnsan aklı bilgiyle güçlenir. Bilgiye ulaşmak ise insanın elinde. Ücretsiz olarak kitap okumamıza katkı sağlayan kütüphaneler bizi bilgiyle buluşturan, toplumu bilgilendiren, bilinçlendiren kurumlardır. Eğitimde de önemli bir yeri olan kütüphaneler gençlerin sessiz bir ortamda ders çalışma imkanı da sunuyor.

Peki, kütüphaneler yeterli mi? neden kitap okuma oranları düşüyor? Okurken kitaba odaklanmak için neler yapmalıyız? Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Prof. Dr. Bülent Yılmaz, Elips Haber’in sorularını cevapladı.

“Türkiye'de 70 bin kişiye bir, Avrupa Birliği'nde ise 25 bin kişiye bir kütüphane düşüyor”

Yüz yüze sosyalleşme giderek azalıyor diyen Yılmaz, “Kütüphaneye giren bir insan çıkarken aynı insan değildir. Kütüphane sayılarımız belli ölçüde artıyor ama bu artış çok hızlı değil ve yeterli değil” açıklamasında bulundu.

Türkiye'de yaklaşık bin 300 halk kütüphanesi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Yılmaz, “Bu şu demek oluyor; Türkiye'de aşağı yukarı 65-70 bin kişiye bir kütüphane düşüyor. Bunun Avrupa Birliği'nde ortalaması 20 bin kişidir. Yani orada 20-25 bin kişiye bir kütüphane düşer. Yine örneğin Avrupa Birliği'nde halkın toplumun halk kütüphanelerine üye olma oranı aşağı yukarı %30 ile %70 arasındadır. En düşük ülke hemen hemen %30'dur. Bu işte Finlandiya, İngiltere gibi ülkelerde %70'e çıkar. Bizde bu oran ne yazık ki %8-10 civarında. Ve de kütüphaneleri çok büyük ölçüde çocuklar ve gençler kullanıyor ve ders çalışmak için kullanıyorlar. Yani bilgi merkezi olarak bir bilgilenme merkezi oradan bilgi edinme işte kültürel bir gelişme için ne yazık ki çok kullanamıyorlar.

Kütüphane kültürümüz çok istediğimiz düzeylerde değil.  Çocuğun özellikle 0-6 yaş arası kişiliğinin, karakterinin, alışkanlıklarının, değerlerinin, tutumlarının %70-75'i oluşuyor. İşte bu süreçte eğer aile doğru davranıp çocuğa diğer olumlu alışkanlıklar gibi okuma alışkanlığını da okuma kültürünü de kazandırabilirse büyük ölçüde temelleri burada atılıyor. Yani okuma kültürünün temelleri ailede atılır. Sonra devreye eğitim girer.”

Bülent Yilmaz

“Özellikle çocuklar ve gençler sosyal medyanın, yeni görsel kültürün ve internetin esiri olmuş durumda”

Eğitim sisteminin ezbere dayalı olduğunu belirten Yılmaz, konuşmasına şu şekilde devam etti:

“Bu sistem içinde bütün çocuklar sınavlara hazırlanıyor. İşte liseye geçiş sınavı, üniversiteye giriş sınavı ve test tekniği çok fazla okumayı destekleyen bir eğitim yapısı yok. İlköğretimde işte iyi öğretmenlerimiz bunun farkında ama genel olarak sistem çok okumayı destekleyen bir sistem değil. Tabii fiyatlar pahalı. Yani kitap fiyatları pahalı. İşin ekonomik boyutu da var. Yani alamıyor insanlar kitap.

Özellikle çocuklar ve gençler neredeyse bu sosyal medyanın, yeni görsel kültürün, internetin, sosyal medyanın esiri olmuş durumda. Daha çok zamanımızı onunla harcıyoruz, orada geçiriyoruz, oradan okuyoruz, okumaktan ziyade daha çok izliyoruz. Dolayısıyla şu anda okumanın en önemli engelli bütün dünyada böyle… Bu yeni görsel kültür işte sosyal medya internet dediğimiz gelişme aslında. Aileler çocuklarına biraz sınır koymaları gerekir. Evet, internet kullanabilirsin, televizyon izleyebilirsin ama hepsini birlikte yapacaksın. Bunları yapınca kitap da okuyacaksın demeli”

“Bu yeni görsel kültürü okumaya uyarlamak lazım. Gelecek biraz bu yönde olacak”

Teknolojinin hayatımızı esir almasıyla birlikte okumak yerine izlemeyi daha çok tercih ediyoruz. Televizyon ve sosyal medya da yayınlanan videoların bize hazır içerikler sunması yaratıcılığımızı etkilediğinin altını çizen Yılmaz, “Çocuklar aynı görüntüyü 8 saniyeden fazla izlemiyorlar çünkü görsel kültür böyle. Dolayısıyla böyle bir ortama böyle bir kültüre alıştıklarında tabii kitap onlara çok durağan geliyor ve sıkılıyorlar. Biz yıllar önce yüksek lisans tezinde ilkokul 8. sınıf öğrencileriyle bir araştırma yaptık. Ve şöyle bir soru vardı; Bir kitapta, romanda, öyküde okuduğunuz kahraman mı? Televizyondaki bir filmde izlediğiniz kahraman mı? Ya da bilgisayardaki bir oyunda izlediğiniz kahraman mı? Aklınızda daha çok kalır diye. Kitapta okuduğum kahraman aklımda daha çok kalır diye söylemişti. Yani kitap okurken aslında biz orada anlatılanı kendi zihnimizde kendimiz yaratıyoruz. “

Çağımızın hız, acelecilik ve görsellik çağı olduğunu belirten Prof. Dr. Yılmaz, “Günümüzde özellikle elektronik kitap, sesli kitap dediğimiz yeni kitap türleri çıktı. Yani bunlar bu çocuklar ve gençler için kitapla bu yeni görsel kültürü birleştiren şeylerdir. Sesli kitaplar gerçekten çok kaliteli, nitelikli sesli kitaplar var, sanatçıların seslendirdiği. Yemek yaparken, otobüste giderken kulağınıza takıp Dostoyevski'yi, Türk yazarlarını vs. dinleyebilirsiniz. O yüzden bu yeni görsel kültürü okumaya uyarlamak lazım. Gelecek biraz bu yönde olacak.” Açıklamasında bulundu.  

“Yarım saat okuyorsak yarım saat okuduğumuz hakkında düşünmeliyiz”

Bilgilerin daha kalıcı olması için neler yapmalıyız?

“Ortalama ayda bir kitap okuyorsanız orta düzeyde bir okuma alışkanlığınız var demektir. Ama ayda iki kitap ve daha fazla okuyorsanız güçlü bir okuma alışkanlığı diye genellikle tarif ederiz. Ama burada tabii ne kadar okuduğumuzdan çok nasıl okuduğumuz da önemli. Yani anlayarak, içselleştirerek, özümseyerek okuma. Bunun için de hani okuduğumuz yerin altını çizebiliriz. Kitabımızın en arkada birkaç boş sayfası olur genellikle oralara notlar alabiliriz. Sonra dönüp tekrar okuyabiliriz.

Ali Yerlikaya’nın Diyarbakır’daki basın toplantısı iptal edildi Ali Yerlikaya’nın Diyarbakır’daki basın toplantısı iptal edildi

Okuduğumuz şey hakkında düşünmek çok önemli. Yani yarım saat okuyorsak yarım saat okuduğumuz hakkında düşünmeliyiz. Bir de aile üyeleriyle veya arkadaşlarımızla kitap üzerine konuşalım. Çünkü konuşurken aslında öğreniyoruz, anlatırken öğreniyoruz da. Sabah daha dingin olduğumuzda bilim, sanat, teorik kitaplar okuyabiliriz. Öğleden sonra akşam roman, öykü, edebiyat gibi kitaplar okuyabiliriz.”

Editör: Sibel Yazıcı