Özel Haber: Sümeyye Aksu
Son on yılda, savaşın parçaladığı komşu ülkelerden gelen mülteci ve göçmen akını Türkiye’yi dönüştürdü. Bugün Türkiye 6 milyondan fazla mülteci ve göçmene ev sahipliği yapıyor ve bu sayı dünyadaki herhangi bir ülkede barınan mülteci ve göçmenlerin sayısından daha fazla. Bu sayı arttıkça sığınmacı politikası da sert eleştiriliyor. Sığınmacılara yönelik kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylemler de artıyor. Öyle ki onların, can ve mal güvenliğini tehdit edecek kitlesel saldırılar dahi yaşanıyor. Ayrıca bu yeni sakinler, Türkiye’yi, büyük ölçüde etnik Türklerden ve büyük bir Kürt azınlığından oluşan nispeten homojen bir ulustan, milyonlarca Arap ve Afgan’ın yaşadığı, daha çok çeşitliliğe sahip bir ülkeye dönüştürüyor. Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başdanışmanı Cem Karadeli, mültecilerin toplumsal ve ekonomik etkileri ve Türk vatandaşlarının göçmen ve mültecilere karşı tutumunu ile ilgili Elips Haber’e açıklamalarda bulundu.
“Mültecilerin masraflarına yönelik kullanılan rakam yanlış bir hesap”
Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye arasında geri kabul ve göçmenlerin Türkiye’de tutulması hakkında 18 Haziran 2016'da imzalanan Göçmen Geri Kabul Anlaşması olduğunu söyleyen Karadeli, “Bu antlaşmanın bir sonucu olarak Türkiye’den AB’ye 2016 Mart ayından beri 2,140 mülteci geri gönderildi. AB bu süreçte Türkiye’ye yaklaşık 10 milyar Avro gönderdiği için, geri kabul edilen göçmen adedi 2,140 olduğundan Alman Bild gazetesi bir hesap yaparak bu 10 milyar doları 2,140 kişiye bölerek mülteci başına 4,7 milyon Avro ödeme yapıldığı sonucuna varmış. Elbette bu rakam aslında Türkiye’nin Suriye iç savaşı sürecinde kabul ettiği mültecilerin masraflarına yönelik kullanılan bir rakam ve dolayısıyla yanlış bir hesap” dedi.
“Vatanlarına dönmeleri için görüşmeler yapılması gerekir”
Türkiye’ye farklı ülkelerden gelen ve geçici koruma statüsündeki mülteciler sorununa ilişkin Karadeli, “Türkiye’nin geçici koruma statüsündeki kişiler konusunda yapabileceği hamle, dış politikasında bu konuya öncelik vermesi ve bu sığınmacıların kendi kaynak ülkelerine dönmeleri için uygun şartların sağlanmasına çalışmasıdır” diye konuştu. “Bunun için kaynak ülkelerin yönetimleriyle bu sığınmacıların herhangi bir yaptırıma uğramadan ve hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde yeniden vatanlarına dönmeleri için görüşmeler yapılması gerekir” diyen Karadeli, “Bunun yanı sıra, Türkiye’nin halen Suriye’de yaptığı gibi sığınmacıların yaşayabilecekleri yerleşkelerin oluşturulması gibi faaliyetler, yine sığınmacıların geldiği ülke yönetimleriyle uzlaşma yoluyla sürdürülebilir” ifadelerini kullandı.
“Türk toplumu içerisinde farklı sosyal problemler oluşturdukları aşikardır”
“Her şeyden önce, bu sığınmacılar devlet harcamalarında önemli bir masraf kapısı oluşturmaktadır” diyen Karadeli, sözlerini şöyle sürdürdü;
“Öte yandan, tüm sığınmacılar kamplarda kalmadığı gibi, kayıt altına alınmış veya kayıt dışı sığınmacılar toplum içinde yaşamaya da başlamıştır. Kamplar dışında kalan bu grup, yasadışı olarak ve asgari ücretten daha ucuza çalışmak, gettolar oluşturmak, kendi içlerinde sivil toplum kuruluşları ve kimi zaman da yasadışı oluşumlar meydana getirmek gibi farklı yollarla toplum hayatında yer almaya başlamıştır. Suriyeli, Afgan, Kuzey Afrika ve Sahra Altı Afrika kökenli bu sığınmacıların Türkçe öğrenmeden, Türk maarif sistemine entegre olmadan, vergi vermeden, kayıtlı işgücü olarak hem işsizliği arttırarak hem devletin vergi tahsilatını azaltarak Türk toplumu içerisinde farklı sosyal problemler oluşturdukları aşikardır. Bu çerçevede bu sığınmacıların ülke ekonomisine, siyasetine ve toplum yapısına etkileri önemli düzeydedir”
“Suriyeli sığınmacılara sağlanan sağlık hizmetleri en fazla tepki çeken husus”
Türk vatandaşlarının, göçmen ve mültecilerle tam entegrasyon ve toplum yaşamına asimilasyon gerçekleştiremediği için farklı sorunlar yaşayabildiğine dikkat çeken Karadeli, “Yasal göçmenler yine hukuka uygun şekilde yaşayıp, çalışıp, topluma entegre olma çabasına giriştiklerinde tepki çekmezken gettolaşma eğilimi söz konusu olunca veya kendi hakkı olan işi sigortasız ve daha düşük ücretle bir yasadışı sığınmacı yapınca tepki ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında sağlık hizmetlerinde Suriyeli sığınmacılara sağlanan imkanlar toplumda en fazla tepki çeken husus olarak karşımıza çıkmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
“Ülkede asayişi bozacak bir kutuplaşma ve rahatsızlığa yol açılabilir”
Vatandaşların, mültecilere karşı olan olumsuz tutumunun ülke içinde siyasi bir krize dönüşmemesi için hükümetin dikkat etmesi gerek hususlar olduğunu söyleyen Karadeli sözlerini şöyle tamamladı;
“Eğer hükümetimiz sığınmacıların kendi içlerinde farklı bir etnik grup oluşturmasını, vergi vermeden iş kurmasını, bedava sağlık hizmetlerinden koşulsuz-şartsız yararlanmasını engelleyebilir, topluma entegrasyon, Türkçe öğrenme şartı, Türk toplumunu rencide edici davranışlardan kaçınma hususlarında bu sığınmacıları yönlendirebilirse bu konudaki tepkiler önemli bir toplum krizi olma yolunda ilerlemez ve bunun yerine toplum içerisinde dışarıdan gelenlere tolerans artar. Aynı zamanda, gayrimenkul sahibi olmak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı edinme konusunda da daha fazla genel toplum çıkarını destekleyici -örneğin, edinilen mülkün birkaç yıl boyunca elden çıkarılamaması, daha yüksek meblağlar ile bu şartın gerçekleştirilebilmesi, dil öğrenme şartının getirilmesi gibi- şartlar ortaya konulursa bu konuda toplum hassasiyeti yumuşar. Bunlar gerçekleşmezse ve eğer ülkeye dışarıdan yasal veya yasadışı yollarla gelmiş mültecilerin ve sığınmacıların ülke vatandaşlarına karşı kollandığı fikri yaygınlaşırsa bu sefer de ülkede asayişi bozacak bir kutuplaşma ve rahatsızlığa yol açılabilir”