Bilim, kültür-sanat, tasarım gibi birçok konuda video çeken YouTuber Barış Özcan 90'lı yıllarda, televizyonlar ve gazetelerin ozon tabakası haberleriyle ilgili bir video yayınlandı. Atmosferde yer alan ozon tabakası nasıl delinir? Ozon tabakası ne işe yarar? giibi soular soran Özcan, videoda şu ifadeleri kullandı:

“Ozon tabakasındaki delik giderek büyüyor. Bugün UV indeksi 40’ı gösteriyor. 50 yıl öncekinin 4 katı. Artık gündüzleri dışarıya çıkamıyoruz. Salatalıklarında sonun geleceğini söylüyorlar. Sanırım bu son salatalığım. Ne yapmak lazım acaba? Onu nasıl korusam? Onu bu kapta saklasam iyi olacak…   Neyse ki bunların hiçbiri olmayacak. Çünkü neyse ki Susan Solomon var. Yanında duran dünyanın neden ters olduğunu birazdan anlayacaksınız. Çoğunuzun adını bile duymadığınız Solomon, işte bizi o apokaliptik gelecekten kurtaran bilim insanlarından biri. Özellikle 1980’li yıllarda sürekli televizyonlarda çıkan şu haberlerden bahsediyorum. Belki bir kısmınız hatırlıyor olabilir, benim gayet net aklımda. Gerçi yaşımı belli ettim biraz ama…  O zamanlarda söylenenler artık nasıl bir travma gibi aklıma kazındıysa… Hatırlamak bir yana hala deodorant sıkarken şöyle bir duraksıyorum. İşte vakti zamanında, televizyonlar, gazeteler böyle haberlerle doluydu. Atmosferimizde yer alan ozon tabakası deliniyordu! Nasıl delinir? Ozon tabakası da ne? Ne işe yarar? Çoğumuz bilmiyorduk. Ama üzerinde delik açılıyorsa pek de hayra alamet olmasa gerek!

“Doğal haliyle yeryüzünde pek bulunmuyor”

Ozon, aslında bildiğimiz oksijenden oluşuyor. Sürekli soluduğumuz, hayatın en gerekli elementlerinden biri olan oksijen. Fakat oksijen genelde O2, yani molekül formunda bulunuyor. İki oksijen atomu bir arada. Bize hayat veren bu. Eğer buna üçüncü bir oksijen daha dahil olursa, o zaman O3 ortaya çıkıyor ki buna ozon diyoruz.  Tek bir oksijen bize faydalı olan o2’yi bize zarar verebilen O3’e dönüştürdü. Evet, ozon, solunduğunda pek de faydalı değil, hatta ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Fakat burada öyle. Yani yeryüzünde. Yukarıda bunun tam tersi bizim için faydalı hale geliyor.  Zaten doğal haliyle yeryüzünde pek bulunmuyor. Özellikle atmosferin üst stratosfer ve mezosfer katmanında üretiliyor. Güneş’ten gelen yoğun UV yani moröte ışınları, buradaki oksijen moleküllerine çarpınca, serbest bir oksijen ortaya çıkarıyor. Bu serbest oksijen bir oksijen molekülüne gidip, üç oksijen bir ozon oluşturabiliyorlar. Yine aynı şekilde gelen UV ışınları bu ozon moleküllerine çarpıp, bir oksijen molekülü ve serbest bir oksijen atomu oluşturuyor. Sonra bu serbest oksijen yine gidip başka bir oksijen molekülüyle birleşiyor ve tekrar ozon oluşuyor.

“Dünyanın sonu geliyor gibiydi”

İşte bu bir döngü. Buna ozon-oksijen döngüsü diyoruz. Üretimle tüketim arasında hassas bir denge var. Bir ozon yok oluyor, bir ozon üretiliyor. Böylelikle atmosferde hep aynı miktarda ozon bulunuyor. Bunun gerçekleşebilmesi için UV ışınlar kullanıldığından, yeryüzüne daha az UV ışık ulaşmış oluyor. Devasa bir ozon kalkanı ile kaplıyız yani. İşte yeryüzünde hayatın kolayca devam edebilmesinin sebebi bu. Ozon olmasaydı, zararlı UV radyasyonu altında gezegenimiz ve bizler kavrulurduk. Şimdi kaptınız mı olayı. Bakmayın bizi tehlikeden koruyan koca bir kalkan olabilir, ama aynı zamanda çok hassas bir terazinin de üzerinde duruyor. İşte 1980’lerde bu terazinin dengesi şaştı. Tam burada 1985’te bilim insanları ozonda yüzde 40 azalma olduğunu fark ettiler. Antarktika’da ozon tabakası deliniyordu. Dünya’nın sonu geliyor gibiydi.

“Solomon ve ekibi Antartika’ya gittiler”

Bu sırada genç Solomon ve ekibi hemen Antarktika’ya uçtular. Çeşitli ekipmanlar ve ölçüm aletlerini de beraberlerinde götürmüşlerdi. Sadece ozona dair değil, atmosfere dair ölçebildikleri her şeyi ölçtüler. Tabii Antarktika’ya gittiğinizde en büyük hedefiniz soğuk ısırığı kapmamak oluyor.  Ama onların hedefi başkaydı. Üst katmanlara erişebilen hava balonlarıyla örnekler topladılar, ölçümler yaptılar. Bunun sonucunda Solomon ve ekibi şaşırtıcı bir keşifte bulundu. Chlorine oxide seviyesi, beklenenden 100 kat daha yüksek çıktı.  Tabii bunun ne anlama geldiğini anlamaları pek uzun sürmedi. Chlorine oxide, atmosferin üst katmanlarında UV ışınlarına maruz kalan Chlorofluorocabonların yani kısaca CFC’lerin hadi biz Türkçe telaffuz edelim CFC’lerin bozunmasıyla oluşuyordu. Ve bilin bakalım bu CFC’ler nereden geliyordu. Evet… Son zamanlarda kullanmaya başladığımız deodorant gibi aerosol ürünlerden. Buzdolaplarında, klimalarda, kullandığımız bu köpüklerde… Her yerde var o yıllarda.

“Zincirleme bir reaksiyonla ozonu yok etmeye başladık”

Aslında CFC’ler gündelik hayatımızda, burada aşağıda, yeryüzündeki hayatımızda pek de sorun yaratmıyorlar işimize yarıyorlar. Peki ya yukarıda neler oluyor? Başı boş halde gezen CFC’ler atmosferin üst katmanlarına ulaştığında, UV ışık bunu Chlorine’e (klora) ayırır. Sonra bu Chlorine ozondan bir oksijeni çalarak Chlorine monoxide oluşturur. Ardından başı boş bir oksijen atomuna denk gelen Chlorine monoxide, bir oksijen molekülü oluştuktan sonra başı boş bir şekilde dolaşmaya başlıyor sonra başka bir ozona gidip onu da parçalıyor. Tehlikeyi görüyorsunuz değil mi? Düzenli bir şekilde işleyen terazi gibi bir sisteme, her yere zıplayarak ilerleyen ve her çarptığı yeri dağıtan bir şeyi eklemiş olduk.  Biz bu gezegenin yaramaz çocukları olarak bir müdahalede bulunduk doğaya. Tek bir molekülün yapabilecekleri kısıtlı. Fakat her geçen gün daha da fazlasını ekledikçe, zincirleme bir reaksiyonla ozonu yok etmeye başladık.

“CFC’ler 100 yıldan uzun süre atmosferde kalabiliyor”

Bununla da bitmiyor! CFC’ler 100 yıldan uzun süre atmosferde kalabiliyor. Yani ömrümüz boyunca saçtığımız her CFC, atmosferde giderek biriken, zincirleme reaksiyonu daha da tırmandıran hızlandıran bir şeyi başlatmış oluyoruz. İşte Solomon ve takımı bu durumu keşfettiler. Ardından bilim insanlarının hemen çok ciddi uyarıları başladı. Kanıtlar ortadaydı. Eğer bir şeyler yapmazsak, sonu hiç iyi olmayacaktı. Tıpkı 2065’te o yaşanabilecekler gibi… Beklenen manzara tam olarak buydu. Buydu da... E ozon deliğine ne oldu? Epeydir kimse ozon hakkında falan konuşmuyor. Gerçi arada bir haberleri çıkıyor ozonda delik biraz daha büyüdü, yok küçüldü falan gibi ama onun nedenleri başka, onu da anlatacağım. Önce neden artık pek konuşmadığımızı tartışmak istiyorum.

“Bugün ozon tabakası artık iyileşmiş durumda”

Çünkü kendi kişisel gündelik yaşamımızla ilgili sonuçları da var. Neden? Cevap basit. Çözüm bulduk. Bugün ozon tabakası artık iyileşmiş durumda. Yani kendini yeniledi. Peki nasıl oldu bu? İşte böyle. Bütün ulusları bir araya getirerek. Montreal Protokolünü imzaladık. Hepimiz… 1987’de imzalanan bu protokol, ozon tabakasının delinmesine neden olan çeşitli kimyasalların üretiminin azaltılmasını hedefledi. Ve tabii ki bir takım alternatiflerine de geçilmesine. Ve bu hedeflere ulaşıldı, başarıldı. Bu sayede bugün ozon tabakası iyileşmiş durumda. Hadi canım. Bu kadar da kolay olmamalı ya... En başlarda gösterdiğim şu animasyonu hatırladınız mı? Burada ozon tabakasının Eylül ayına doğru ne kadar delindiği görünüyor. Ama ben size bunu gösterirken bir şey yaptım. Bir yaramazlık! Yılı gizledim. Şimdi aynı şeye tekrar bir bakalım. Bugüne doğru yaklaşıyoruz. Peki nasıl olur?! 2023! E hani ozon tabakası iyileşmişti. Bunu anlatacağım ama... Önce eforlarımızın nasıl bir fark yarattığını konuşalım.

Montreal Protokolü

"Artık ozon tabakası icelmiyor." "Yerküreyi koruyan atmosferdeki ozon miktarı son yıllarda artış gösterdi." "Ozon tabakasının yeniden kalınlaşmaya başladığı belirtildi." Deodorant sıkarken hala tedirgin oluyorum dedim hatırlarsanız. Çünkü bizim nesil bunu kişisel olarak algıladı. Kişisel. Çevreyle ilgili problemlerde bize böyle kişisel bir görev düşüyor. Burada "Kişisel" kelimesinin "K" harfini özellikle vurguluyorum. Çünkü az sonra bunu akılda kalıcı basit bir kısaltmaya dönüştüreceğim. Aslında çoktan dönüştürdüm bile. KAP. Sadece gezegenin değil bizim yaşamımızda da karşılaştığımız problemlerin çözümünde bu kısaltmayı aklınıza adeta kazımalıyız. Buradaki ilk harf, K harfi Kişisel demiştim. Sürdürülebilirlik konusunda ben ne yapabilirim? Doğru kaynakları, nasıl doğru şekilde kullanabilirim? Montreal Protokolünden bahsettim ya işte onu mümkün kılan şeylerden biri neydi biliyor musunuz? Çok ilginç bir şey çünkü. O yıllarda ABD başkanı Ronald Reagan, hani eski aktör ve kovboy. Ve İngiltere'nin Başbakanı da Margaret Thatcher. Bak şimdi. Amerika Başkanı Reagan cilt kanseri nedeniyle tedavi gördüğü için, UV ışınların artmasının nelere neden olabileceğini bizzat kendisi kişisel olarak tecrübe ediyordu. Öte yandan Birleşik Krallığın başındaki Thatcher, kimya eğitimine sahipti. Yani o da atomların birleşip ayrılarak neler yapabileceğini gayet iyi anlıyordu. Neler olabileceğini anlayan bu iki lider, adeta bütün dünyanın seyrini değiştirdi. Tabi beraberinde toplanan diğer dünya liderleriyle birlikte elbette. Ama işte problemin kişisel olması… Eğer problemi kişisel olarak hissederseniz, çözümün de bir parçası olursunuz.

“Bu prensibi gündelik hayatımıza nasıl uygulayabiliriz?”

Peki, bu prensibi gündelik hayatımıza nasıl uygulayabiliriz? Gündelik hayatımızda en çok kullandığımız şeylerden başlayarak. Mesela cep telefonları. Bunlar kullandıkça eskiyor, eskiyince kenara kaldırıp atmak içimize sinmiyor. Bir şey olmadı. Zaten elektronik atık haline gelmesini de istemiyoruz. Ozon tabakası gibi yenilemenin bir yolunu bulmak gerek. Onu da bu videonun sponsoru EasyCep yapıyor. Telefonunuz eskidi ve öylece kenara mı kaldırdınız? Ya da atmayı mı düşünüyorsunuz? Bunun içindeki şeylerin çoğu artık geri dönüştürülebilen parçalar. Bunu satmak isterseniz, EasyCep size eski telefonlarınız için gayet güzel bir teklif sunuyor. EasyCep, Türkiye'nin en büyük yenilenmiş elektronik ürün marketi. Ticaret Bakanlığı tarafından Yenileme Merkezi olarak yetkilendirilmiş. Kullanılmayarak çekmeceye atılan ya da bir üst modele geçmek için satılmak istenen telefonları değerlendiriyor. Ve yenileyerek uygun fiyatlarla sunuyor. Bunu da 12 ay taksit, 12 ay garanti ve 14 gün içinde iade seçenekleriyle sağlıyor. Eski telefonlar için değerinde teklifler veriyor. Veri güvenliğini sağlamak için de satılan bütün ürünlerin verileri de kalıcı olarak siliniyor. Yenilenmiş cihazların elektronik atık miktarını azalttığını da düşünecek olursak, hem tasarruf etmiş hem de geleceğimiz için ufak bir adım atmış oluyoruz. Sürdürülebilir bir tüketim alışkanlığı kazanıyoruz. Cep telefonu akıllı saat, tablet, bilgisayar gibi cihazların yenilenmesi için kolay bir yol sunan EasyCep ile ilgili bilgileri ve en güncel kampanyaları açıklamalar bölümündeki bağlantı da bulabilirsiniz. İşte bunlar bizim, kişisel olarak yapabileceklerimiz.

“Alternatif çözümü hayatımıza hemen entegre edebildik”

Bu KAP kısaltmasını ben aslında Doktor Solomon’un bir konuşmasından çıkardım. Kendisi çözümün üç basamağı olduğunu söylüyor. Kişisel olması, algılanabilir olması ve pratik olması. Kişisel, çünkü hepimizi ilgilendiriyor. Algılanabilir, çünkü NASA işte böyle uydu görüntülerini gözlerimizin önüne seriyor. Pratik çünkü… Çünkü sebebi basit. CFC’leri kısıtlamak söz konusu olduğu zaman, alternatif bir seçenek vardı. CFC’lerin yerine geçebilecek bir alternatifti bu. Bunu bulmak öyle çok fazla uzun bir sürede almadı bir yıldan daha kısa bir sürede bulundu. Üstelik üretilmesi de kolay, maliyeti de düşük… Bu CFC’lerin ortadan kaldırılması öyle pek de kimseyi rahatsız etmedi. Onu üretenler hariç! Onlar bilim insanlarını KGB ajanı olmakla filan bile suçladı ama biliyorsunuz her zamanki hikayeler bunlar. Dolayısıyla biz bu alternatif çözümü hayatımıza hemen entegre edebildik.

“Bunlar büyük bir problemin küçük küçük halkaları”

Oysaki fosil yakıtların yerini aynı şekilde dolduramıyoruz. Alternatifleri daha masraflı. Faydalarını çok daha uzun sürelerde görüyoruz. Belki de yüzlerce yıl içerisinde. Ve genelde de, kısa vadeli çözümler arayışındayız. Çünkü çoğu lider sadece kendi döneminde yaşanacakların hesabını yapıyor öyle 10 yıl, 15-20 yıl sonrasının değil. İşte böyle bir çözümün yokluğu, bizi bir faciaya sürükleyebilir… Bakın ben yine kaptırdım kendimi gidiyorum… Az kalsın işin ironik yanını söylemeyi unutuyordum. Yani CFC’lerin yerine pratik bir çözüm bulmuştuk dedim ya. Hah işte, onlar da HFC yani Hydrofluorocarbon. Hakikaten de ozon tabakasına CFC gibi bir olumsuz etkisi yok bunların. Fakat görünen o ki bu bir seragazı ve iklim değişikliğine katkısı var. Neyse ki 2016 Montreal Protokolüne HFC de dahil edildi ve onun da kullanımı azaltılıyor. Fakat bunlar büyük bir problemin küçük küçük halkaları. Biz daha büyük adımlar atmalıyız. Belki de tek ihtiyacımız, gerçekten neler olabileceğini anlayan, sadece bugünü değil, yarınları da düşünebilen liderlerdir. Ne de olsa Solomon gibileri hep burada olacak.

“İnsan kaynaklı mı yoksa doğa kaynaklı mı?”

Bilim insanları arasından böyle liderler çıkabiliyor. Biz adını duymasak bile dünyayı kurtarmak için araştırmaya devam ediyorlar. Tıpkı adını hiç duymadığımız, ama CFC’lerin mekanizmasını çözerek Nobel ödülü alan bu üç bilim insanı gibi… Neden bunların hiçbirini duymadık? Topu hep liderlere atıyoruz ama ee onları da biz seçiyoruz. Bu insanları tanımazsak, bilmezsek, duymazsak, seçeceğimiz liderden ne bekleyebiliriz, ne talep edebiliriz ki? Ozon tabakasının yenilenmesinde bu “liderlik” vasıflarının etkisi de büyük oldu. Biz kişisel yaşamımızın lideri olacağız ki, algılanabilir sonuçlar için seçimlerimizi yapabilelim ve pratik davranabilelim. Bak yine kaptırdım kendimi ben bu “KAP”a… Bir şeyleri unutturmaya mı çalışıyorum acaba size? Ama siz unutmuyorsunuz di mi? Diyorsunuz ki: Peki, abi bir sürü şey söyledin de NASA’nın sitesinden gösterdiğin grafikteki delik yine büyümeye başlamış. Bak Eylül'e doğru Ekim'e doğru giderken büyüyüp duruyor. Buna ne diyeceksin? Diyeceğim ki o deliği biz açmadık. Doğanın kendisi açtı. İklimle ilgili konularda böyle önemli bir ayırım daha var. İnsan kaynaklı mı yoksa doğa kaynaklı mı? Şu anda gerçekleşmekte olan durumun sorumlusunun 2022’de patlayan bir su altı yanardağı olduğu tahmin ediliyor. Onun etkisi geçtikçe, CFC gibi zamanla birikmediği için tekrar düzelecek. Yani doğa kendini onarıyor, yeniliyor. Biz biraz kendimize bakalım. İşte bu yüzden ara sıra böyle haberleri görebiliriz. Eğer böyle bir haberi gelecekten görüp de geldiyseniz hoş geldiniz efendim. Eğer farklı bir durum varsa ben yeni bir video yapmışımdır zaten.

Aboneyseniz ve bildirimleri de açmışsanız zaten önce onu izlemişsinizdir diye tahmin ediyorum. Bu videodaki amacımsa biraz içimize su serpmekti. Elimizde insan eliyle bozulan doğanın yenilenmesi konusunda başarılmış bir örnek var. Bakın şimdi salatalık konusunda bir sıkıntı yaşamıyoruz değil mi? Ama ileride bir takım sıkıntıları başka konularda yaşayabiliriz. Yaklaşmakta olan iklim değişikliğinin yaşanmışını, bir çeşit demosunu gördü bu Dünya. Ondan ister dersler çıkaralım, ister ilham alalım. Ama rehavete kapılmayalım. Yoksa bu kap, son kap olabilir.