Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Ülke Politikaları Vakfı tarafından gerçekleştirilen Demokrasi Yoluna Dönüş Forumu’na katıldı. Programın açılışında konuşan Özel, “Çok kıymetli hocalarımız var. Gerçekten ‘Keşke tüm günü burada geçirebilseydim’ diye insanın içinin gittiği bir program var. Ülke Politikaları Vakfı’nın kuruluşundan bugüne katıksız bir idealizmle, katıksız bir vatanperverlikle ve büyük emeklerle, büyük gayretlerle, büyük fedakarlıklarla ilerlediğini hepimiz biliyoruz. Sevgili Zekeriya Temizel’i, ki hem çok iyi bir devlet adamı, çok deneyimli bir bürokrat, diğer yandan müstesna bir siyasetçi, ayrıca da kendi deneyimlerini, birimlerini bu ülke için hem teoride hem pratikte vakfedebilen birisi olarak, bir dönem de birlikte milletvekilliği yaptığım, grup başkanvekiliyken kendisinin de Plan ve Bütçe Komisyonu sözcülüğümüzü yürüttüğü bir süreçten çok şey öğrendiğimi ifade ederek buradan kendisini selamlamak isterim. Ayrıca değerli kızı benim çok sevdiğim Ayşe Eser Danışoğlu, birlikte milletvekilliği yaptığımız rahmetli Murteza Çeliker’i bu vakfa olan emekleriyle, bu ülkeye olan emekleriyle hatırlamak isterim. Doğan Subaşı’nın şahsında bu sürece katkı sağlayan herkese teşekkürlerimi ve minnetlerimi ifade etmek isterim. Tabii gün boyunca bu alanda dinlenmesi gerekenlerden önce onların da beni şu anda dinlediklerinin verdiği sorumlulukla bir çerçevede bir şeyler söylemek durumundayım” dedi. Özel, şunları söyledi:
"Yönetim sistemi önerimiz güçlü parlamento"
“Demokrasi Yoluna Dönüş’ aslında meramı çok iyi anlatan ama iletişim açısından biraz endişe ettiğim bir başlık. Çünkü Türkçe’de bu dönüşler hem geriye dönmek der gibi. Ya da işte güçlendirilmiş parlamenter sisteme, parlamenter sisteme dönüş ifadeleri sanki eskiye dönüşmüş gibi, döndüğünüz yerde her şey sanki dört dörtlükmüş gibi anlaşılan, iletişim yönünden biraz sorunlu gördüğüm ifadeler. Aslında bu dönemde bazen de şöyle sorulara muhatap kalıyorum. Deniyor ki ‘Ya Cumhuriyet Halk Partisi ya da altılı masa, geçmiş dönemde ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ derken bu dönem bunu söylemiyor. Yoksa bu sistemle bir mutabakatı var ve bundan sonraki süreçte de seçimi kazandıktan sonra bu rejimin yetkileriyle devam etmek ve ‘Artık gücü nasılsa elimize aldık, bundan sonra da biraz biz kullanalım’ demek gibi bir gayretiniz mi var?’ Burada Sayın Başbakan bir özeleştiri daveti yaptı. Ben meseleyi Sayın Başbakanın çizdiği çerçeve ve genişliğinde değilse de belki son dönemde bu konuda yaptıklarımıza ilişkin bir özeleştiri, öğrenilmiş bir deneyim olarak ifade etmem gerekir. Geçen süreçte altılı masaya haksızlık yapmayalım, 2 bin 300 maddelik bir ortak mutabakatı vardı. Ama seçim için sahaya gittiğimizde şu eleştirilerle karşılaştık; ‘Yahu milletin karnı aç. Siz diyorsunuz güçlendirilmiş parlamenter sistem. Millet diyor; ürünümü satamıyorum, sen diyorsun güçlendirilmiş parlamenter sistem. İşsizlik var, parlamenter sistem. Yoksulluk var, parlamenter sistem. Siz esas milletin derdini niye konuşmuyorsunuz?’ Bu büyük bir haksızlık ama çağın algıyla olgunun yer değiştirdiği zorluğunu ve algı böyleyse olgunun ne olduğunun önemsizleşmesi gerçekliğini görmemiz lazım. Bazı iletişimleri çok kuvvetli yaparsanız, gündeme sis etkisi yapıyor ve diğer söylediğiniz hiçbir söz ya da göstermek istediğiniz sorun ya da belirlediğiniz hedefe doğru attığınız adımları görünmez kılıyor. O yüzden ben şunu tercih ediyorum şimdi. Bizim gelecekte iktidar olduğumuzdaki yönetim sistemi önerimiz; güçlü bir parlamento, katıksız bir kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir kamu yönetimidir. Ama bizim tarımla ilgili, makro ekonomik konularla ilgili, istihdam politikalarıyla ilgili, kalkınma ile ilgili, milli eğitimle ilgili önemli hazırlıklarımız ve her biri birbirinden değerli önermelerimiz var. Onları konuşup yönetim sistemi önerimizin de güçlü bir parlamento olduğunu söylemek bence çok daha sağlıklı olacak. Bu konuda ben geçmiş dönemde emek emek örülmüş 2 bin 300 maddelik bir ortak metnin az konuşulur, gündem yaratamaz olmasının tercih ettiğimiz yoğun güçlendirilmiş parlamenter sistem iletişiminin gündeme yaptığı sis etkisinden kaynaklandığını ve bu meseleyi böyle ayırmanın çok daha doğru olduğunu ifade ederek başlamak isterim.”
"Erdoğan, seçmen kulağını açıp duymasın istiyor"
“Bizim Türkiye İttifakı dediğimiz ve yerel seçimlerde büyük bir destek gören sürecimizin kendisi de ya da bir genel başkana, bir partinin genel başkanına bulunduğu makamdan şahsından ziyade, onu seçenlere hürmetten dolayı gösterilen diyalog ya da onu seçenlere hürmetten dolayı kendisiyle sıkışılan bir elin ‘Normali budur’ dediğimiz, sonra normalleşme diye markalaşan, sonra da bazen hiç olmayan gerçeklikleri taşıyormuş gibi eleştirilmeye çalışılan meselenin özünde de şu var. Ülkeyi yönetenler, Sayın Başbakanın ifadelerinden burada belki biraz kopacağım. Bu ülkede fay hatlarını görünür kılma ile ilgili bir çaba 22 yıllık AK Parti iktidarının hep tercih ettiği bir mesele. Bir farklılığın üzerinde önce bir tepişmek, onu belirgin kılmak. O bazen işte dini nikah - resmi nikah ayrımı. Tutmadı mesela o tartışma. Ama bazen Kürtler ve Türkler, bazen Aleviler ve Sünniler, cemevi cümbüş evi, bilmem… Ama ‘Bir şey bulalım üstünde tepinelim’. Önce o ayrılık görünür olsun, sonra taraflar birbirinden uzaklaşsın. İki taraf kutuplaşsın. Karşı kutup şeytanlaşsın, bizim taraf arkamda kalabalıklaşsın. Bugün de işin özü şu; Sayın Erdoğan, seçmenin kulağına şunu söylemeye çalışıyor. ‘Evet biliyorum, açsın, yoksulsun, işsizsin, güvencesizsin ama tehlike büyük bir kez daha benim arkama geçmelisin’. Biz tarafların birbiri ile bağrıştığı, sanki evde anne ile baba bağrıştığında çocuk refleksini hatırlatırım. Çocuğun kulaklarını tıkayıp ‘İkinizi de duymak istemiyorum’ dediği bir sürece bu ülkenin ihtiyacı yok. Bizim o çocuğun kulağını açıp dinlemesine ihtiyacımız var. Sayın Erdoğan duymasın istiyor. Çünkü ben o çocuğun kulağına mesela o kavga bitip de kulaklar açıldığında o seçmenin kulağına örneğin çiftçiyse ÖTV’siz - KDV’siz mazotu, gayri safi milli hasıladan kanunen hak ettiği yüzde 1’lik desteklemeyi anlatmak, emekliye asgari ücret düzeyinde en düşük emekli maaşını söylemek, asgari ücretliye hiç değilse bu iktidar, Erdoğan’ın partisi ilk iktidar olduğundaki 8 çeyrek altın alabilen asgari ücreti teklif etmek. Bu ülkeye de kuvvetler ayrılığının, hukukun üstünlüğünün Türkiye’ye hem yabancı sermaye açısından, uluslararası saygınlık açısından, Türkiye’nin yatırım alma kapasitesini artırması açısından yaratacağı toplam iyilik halinin Türkiye’ye orta ve uzun vadede çok iyi gelebileceğini anlatmak istiyorum. O yüzden de tüm bu tartışmalardan çıkmak lazım. Evet, tartışalım, görüşelim, hatalarımızı kabul edelim.”
"Anadolu Ajansı bir partinin ajansına dönüştü"
“15 Temmuz askeri darbe girişiminde, kanlı darbe girişiminde devletin damarlarına giren, farklı yollardan aynı menzile ilerleyenlerden Amerika’da olanın ele geçirdiği devlet, milletin karşısına dikildiğinde ve onun seçtiğine ve seçtiklerine, ben onu bütün bir parlamento olarak göğüslemek için parlamentonun açılmasını savunmuştum. Çünkü sadece hükümete karşı bir darbe yapıldığını düşünmek o gün için darbecilerin işine gelirdi. O hükümet karşıtlığından darbe desteği üretebilirdi. Bunu bütün partiler parlamentodan göğüsleyelim ve bu hepimize yapılan, çünkü başardığında zaten parlamentoyu hedef alacak. 15 Temmuz’da da bu millet, devleti ele geçirenlere karşı bir galibiyet kazandı. 28 Şubat sürecinde örneğin devleti yöneten askeri bürokrasiden, orduevlerine, torununun nişanına sokulmayan teyzeler olduğunda bu millet teyzelerin arkasında yer aldı, anneannenin, babaannenin, ninenin arkasında durdu ve millet kazandı. 31 Mart tarihinde de bu Anadolu Ajansı, Atatürk’ün cepheden doğru haber kursun, hızlı haber yollasın diye kurduğu Anadolu Ajansı, bir partinin ajansına dönüştü, hepimizin vergileri ile fonlanan TRT kurumu bir ittifakın kurumu oldu, muhalefete 4 dakika, iktidara 2600 dakika süre ayırdılar. Valiler içlerindeki bir kısım devlet adamı gibi davranan ve her fırsatta halen daha değiştirdiği kişileri tenzih ederim, valilerin il başkanı, kaymakamların ilçe başkanı refleksine dönüştüğünde 31 Mart’ta devletle millet yarıştı, yine millet kazandı.”
"İlk seçimlere hazırlanıyoruz"
“Son sözüm şudur. Bizim gündemimizde hep birlikte Türkiye İttifakı’nın kazanacağı, yani Türkiye’nin sosyal demokratlarının, muhafazakar demokratlarının, milliyetçi demokratlarının, Kürt demokratlarının demokrasi için ve kendilerinin ortak, iyi gelecekleri için, evlatlarının iyi gelecekleri için hem zengin hem güvenceli hem de güvenli bir ülkenin geleceğine kullanacakları oylarla Türkiye İttifakı’nın Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeniden iktidar olmasını bekliyoruz. Bir dönemi kapatıp yeni bir dönem açacağız hep birlikte. Bunu yaparken ülkenin gerçek gündeminden sapmadan, yoksulluğu, işsizliği, gençlerin ümitsizliğini ve ülkenin demokratik yoksunluklarını hep birlikte konuşarak, hep birlikte anlatarak ve yürüdüğünüz yolda kurulan kumpaslara, basit siyasi kumpaslara ya da büyük siyasi mühendisliklere teslim olmadan gerçek gündemlerden sapmadan ilerleme sorumluluğumuz var. Bu noktada bir kararlılık, bir inanç içindeyiz. Hem sayın Başbakanın hem diğer muhalefet liderlerinin bu kararlılıklarını görüyoruz. Bugün iktidarın tek umudu, muhalefetin parça parça olmasıdır. Tek umudu muhalefetin savrulmasıdır, tek umudu muhalefetin birbiriyle tartışmasıdır. Bundan sonraki umudu da muhalefet partilerinin kendi içlerinde yapabilecekleri lüzumsuz tartışmalardır. Örneğin Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı, ‘Seçimsiz dört yıl var’ derken, elde de YSK‘nın o kararı dururken yani, ‘Bu Cumhurbaşkanının ikinci dönemidir ve seçimler Meclis tarafından yenilenmezse, bir erken seçim olmazsa bir daha aday olamamaktadır. Yenilenirse son bir kez aday olabilmektedir.’ Bugünkü erken seçim çağrılarına, ‘Erken seçim yok, gününde yapılacak’ denmektedir. O zaman kendisi aday değildir, AK Parti’nin bir aday sorunu vardır. ‘Mevcut İçişleri Bakanı mı, bir önceki mi?’, ‘Mevcut MİT başkanı mı, bir önceki mi?’ ya da ‘Mevcut damatlardan hangisi?’ soruları ortada dururken işiyle gücüyle meşgul ve son derece başarılı Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanlarını adaylık tartışmasının içine sokmak, ikili bir tartışma yaratmak, parti içi gündemler yapmak sadece ve sadece sarayın ve onun destekçisi Devlet Bahçeli’nin hesabına gelen bir meseledir. Biz parti içinde adaylık tartışmalarını bir kenara bıraktık. Benim muhalefete de çağrım, iktidarın istediği savrulma yaşamadan, yan yana durma kültürüne sahip olarak, geçen seferki hatalardan ders alarak bu ülkenin geleceğine, bu ülkenin bütün demokratlarının, siyasi arenadaki bütün temsilcilerinin hep birlikte sahip çıkması elzemdir. Madem ki hedef ikinci yüzyılda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve gösterdiği hedefe yürümektir. Onun gösterdiği yer çağdaşlık, aydınlanma, gelişmiş ülkeleri yakalamak ve geçmektir. O hedefte kuvvetler ayrılığı vardır, güçlü bir parlamento vardır. Yürütme, yasama, yargının birbirinin düşmanı değil ama birbirinin destekçisi ama net olarak birbirinden ayrılması vardır. O hedefte Avrupa Birliği’ne tam üyelik de vardır, bu hedefleri terk edip kişi başına milli gelirin 4 bin dolar olduğu, yönetenlerin kudretli, araçların zengin, halkın fakir ve tebaşlanmış olduğu yerler yerine, yönetenlerin mütevazı, halkın zengin olduğu bir yöne doğru yürüme hedefi vardır. Biz bu azim ve kararlılıkla Gazi’nin partisini yönetiyoruz ve ilk seçimlere hazırlıyoruz. Bütün muhalefet partilerinin de bu dayanışmanın içinde olduğunu ve olacaklarını ve hep birlikte bu ülkenin geleceğini birlikte kuracaklarını düşünüyorum, inanıyorum ve onlara da güveniyorum. Buradan tüm muhalefet partilerinin sayın genel başkanlarının şahsında, bu ülkenin bu gününden rahatsız olan ve geleceğine umutla bakmak isteyen herkese şunu söylüyorum, ‘Biz başaracağız, umudunuzu kaybetmeyin. Her zaman gündüz geceye, aydınlık karanlığa, iyilik kötülüğe galip gelir, iyiler kazanacak, biz kazanacağız’ diyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”