İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, TBMM’de partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İktidarın ekonomi politikaları, sokak hayvanlarına ilişkin kanun teklifi ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin dün paylaştığı 154 kişilik listeye tepki gösteren Dervişoğlu, şöyle konuştu:

"Lozan Antlaşması, kesintisiz on bir yıl boyunca yorgun düşmüş bu büyük milletin, gün yüzü gördüğü ve uzun on yıllardan sonra, hem cephede hem de masada destan yazdığı, büyük zaferini taçlandırdığı anlaşmadır. Çok bilmiş kadrolu meczuplarıyla birlikte Lozan üzerinden İsmet Paşa ile, İsmet Paşa üzerinden ise asıl hedefleri olan Atatürk ve Cumhuriyet’le, kendi fukara akıllarınca bitmeyen bir nefretle savaşlarını icra etmektedirler. Yüz yıl önce bize istiklali çok görenler bugün de çok görüyorlar. Yüz yıl önce Cumhuriyet’i çok görenler bugün de şüphesiz aynılar. İşte bu yüzden de Türk milletinin istiklal ve Cumhuriyet ülküsü var oldukça ateşle imtihanı asla bitmemiştir ve bitmeyecektir. Lozan’a düşman olanlar, Sevr’i alkışlayıcıları, Sevr’i imzalayanların hayranlarıdır, Büyük Ortadoğu Projesi havucunun peşinde koşup memleketi sığınmacı hendeğine çevirenlerdir. Bırakın Lozan’a laf etmeyi Lozan’ı da İsmet Paşa’yı da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini de ağızlarına alamazlar.

Dava başlıyor: Kılıçdaroğlu, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret’ten yargılanacak Dava başlıyor: Kılıçdaroğlu, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret’ten yargılanacak

"Rauf Denktaş’ın da ismini ağızlarına alamazlar"

20 Temmuz günü Kıbrıs’ta Rahmetli Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret ederken, içimdeki utancı ve öfkeyi nereye koyacağımı bilemedim. Rahmetlinin bu dünyadan gözü açık gittiğini unutmadım. Kıbrıs’ı göz göre göre nasıl peşkeş çektiklerini unutmadım. Erdoğan, o zamanki dostu Kostas Simitis’le görüşüyordu. Annan Planı ile Rum kesiminin AB’ye alınmasına güya engel olmayacağını söylüyordu. Bir de parola uydurmuşlardı: 'Çözümsüzlük çözüm değil' diyorlardı. Rahmetli Denktaş, Meclis Genel Kurulu’nda konuşuyorken dinlemeyip boykot ettiler. O zamanki taşeron ortakları FETÖ’cülerle birlikte, büyük dava adamı Rauf Denktaşı 'Ergenekoncu' bile ilan ettiler. Bunu yapanlar Rauf Denktaş’ın da ismini ağızlarına alamazlar.

"Tefeci kapılarında kredi dileniyorlar"

Buradan vergimatik Mehmet arkadaşımıza bir alkış tutalım ve elbette saraydaki amiri dünya liderine de bir alkış çünkü bu büyük eserin asıl sahibi o. Bildiğiniz üzere, Erdoğan, büyük müjdeleri bizzat kendisi verir. Bir müjdeyi bir bakanına verdiriyorsa bilin ki o müjdeyi kendisi bile beğenmemiştir. Dün faiz lobileri, küreselciler diye ortalığı inlettiler. Bugünse tefeci kapılarında kredi dileniyorlar. Adı konmamış IMF politikalarını uyguladıkları için de alkış alıyorlar. O alkış aldıkları şeyin adı milletin ümüğünün sıkılmasıdır. Tefecilerin 3 kuruş dövizini, rica minnet ve 5 kuruş faiz alma garantisiyle getiriyorlar. Bu kur korumalı mevduat sisteminin bir başka versiyonudur. Türkiye’nin başına çok daha büyük belalar açacak Türkiye ekonomisini uyuşturan ve bağımlısı haline getirecek olan tam bir 'benden sonrası tufan' politikasıdır.

Yıllarca dillerinden 'enflasyonu tek hanelere indirdik, kamu açıklarını düşürdük, mali disiplini sağladık, IMF’ye borçları ödedik' cümleleri düşmedi. Şimdi ise söylemleri 'Biz bir kez başardık, yine yaparız'a dönüştü. Bütçe açığı bugün tam 1,4 trilyon liraya çıkmış durumda. Devletin yandaşlardan affettiği vergi geliri miktarı da ne biliyor musunuz? Tam 1.4. trilyon lira. Bu kaynaklar kime harcandı? Emekliye mi, çiftçiye mi, emekçilere mi? Hayır. Bu kaynaklar saltanata, şatafata, yandaşa, kaçaklara göçmenlere harcandı. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan 'faiz sebep, enflasyon sonuç' teorilerine harcandı.

"Bakan göstermelik dahi olsa kendi makam aracından bile vazgeçemedi"

Türkiye bu ucube tek adam sistemine yani saray rejimine geçtikten sonra bu noktaya gelineceği ayan beyan ortadaydı. Sonunda bahaneler bitip, makyajlı rakamların dahi saklayamadığı çürüme artık su yüzüne çıkınca ve körfezdeki şeyhlerden bile para bulamaz hale gelince, İngiltere’nin ünlü finans ve yatırım danışmanı vergimatik Mehmet’i Hazine ve Maliye Bakanı olarak ithal ettiler. O da bir Londra, bir Ankara mekik dokuyup sıkı para politikası dedi, sıkı maliye politikası dedi ve milletin gırtlağını sıktı. Ekonomi paketleri yağmur gibi yağmaya başladı. Araçlar satılacaktı, tasarruf edilecekti, çok kazanandan çok vergi alınacaktı, sonra koyunların yünü dikenlere dolanacaktı sonra o dikenlerden hırka örülecekti, sonunda borcumuz ödenecekti ama ne oldu? Dağ fare doğurdu. Tasarruf paketi diye memurun servisini kaldırdılar. Ama kendileri Amerika’ya 5 uçakla, Hollanda’ya maç izlemeye 3 uçakla gittiler. Sayın Bakan göstermelik dahi olsa kendi makam aracından bile vazgeçemedi. Tasarruf paketi Meclis’e gelemeden kuşa çevrildi. Vergimatik Mehmet sarayın harcamalarını ve yandaşlara yapılan ödemeleri kısamayınca, az biraz zenginden almasak mı diye gelir vergilerine yöneldi. Ama nafile, patron müsaade etmedi.

Demiştik geçen hafta, 'Dikkat et, bakıp da görmeyen bakan başına iş çıkmasın' diye. Anlaşılan para bulayım derken paparayı yedi vergimatik Mehmet. Şimdi vergide adaleti sağlayacağız, az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alacağız diyorlar. Meclise getirdikleri teklife bakıyorsunuz imar rantlarının vergilendirilmesi yok. Rantçılığa tam gaz. Paradan para kazanana vergi yok. Tefeciliğe devam. Borsa kazançları, kripto varlıkların vergilendirilmesi yok. Para aklamaya devam. Buradan da görüyoruz ki kurumların yüzlerce sayfalık çalışmalarında yer alan, Bakan tarafından zikredilen düzenlemeler Meclis’e gelmiyor, gelemiyor. Çünkü güçleri tefeci bezirganlara, beton ağalarına, sanal vurgunculara yetmiyor, yetemiyor. Çünkü kendi kendini yiyen yılan misali dönüp dolaşıp her şey sarayda düğümleniyor. Olan da çiftçiye, işçiye, memura, gence ve emekliye oluyor, iş bulamayan garibana oluyor.

"Yumurta küfesi iktidarın sırtındaysa, iktidar da vatandaşın sırtında"

Halen hiç utanmadan emeklinin zaten açlık ve yoksulluk sınırının altındaki maaşına yapılan 2 bin 500 liralık bir zammın mali disipline zarar vereceğini söylüyorlar. En düşük emekli maaşı asgari ücret kadar olsun diyen bizlere ise, 'muhalefetin sırtında maalesef küfe yok, biz ölçüyoruz, biçiyoruz' diyen bunlar, aklını ve vicdanını 1000 odalı sarayın bilinmez köşelerinde unutmuşlar. Emekliye verilen zammın yıllık maliyeti 66 milyar TL. Kur korumalı mevduat garabetinin ülkemize maliyeti ise 2,7 trilyon lira. Yani tam 41 katı. Bir kuruş harcanmayacak denilen yol, köprü, inşaat ihalelerine ödenen para tam 600 milyar lira, neredeyse 10 katı. Vatandaşa, çiftçiye, küçük ve orta üreticiye ihtiyaçları için destek olmak üzere kurulmuş, ancak yandaşlarını besleme fonuna dönüşmüş kamu bankalarına son 4 yılda hazineden aktarılan para tam 1 trilyon lira. Ve bu para vatandaşın, çiftçinin, küçük üreticinin cebinde değil. Emekliye verilen zammın tam 15 katı. 2018’de 74 milyar lira olan faiz giderleri, 2023 yılında tam 1,3 trilyon lira. Emekliye verilen zammın tam 20 katı. Ölçüp biçtikleri bu işte. Yumurta küfesi iktidarın sırtındaysa, iktidar da vatandaşın sırtında. İnin beyler vatandaşın sırtından. Bu millet sizin köleniz değil, marabanız değil, uşağınız değil.

"Moğol istilasından sonra gördüğü en büyük yağma dönemi AKP iktidarı ile geçen bu 22 yıllık dönemdir"

Dün Lozan’da nasıl yaptıysak, bugünün Duyun-u Umumiye memurlarını da öyle göndereceğiz. Dün milli mücadelede nasıl başardıysak, yine öyle başaracağız. İtibardan tasarruf etmeyenlerden biz tasarruf edeceğiz. Tasarrufumuz da bunları göndermek olacak. Yağma her an ve her yerde devam ediyor. Bu süreç öyle bir noktadadır ki Anadolu topraklarının Moğol istilasından sonra gördüğü en büyük yağma dönemi AKP iktidarı ile geçen bu 22 yıllık dönemdir. Rant uğruna feda edilmeyen bir karış toprağımız kalmamıştır. Bundandır ki her orman yangını, her sel felaketi ya da depremden sonra sadece üzülmüyoruz, aynı zamanda da öfkeleniyor ve tedirgin oluyoruz. Çünkü her afet sonrası söz konusu alanların birilerinin cebine girecek rantlara dönüşeceğini biliyoruz. Çünkü bu tefeciliğin hududunun olmadığını biliyoruz.

"Önce geleceğimiz olan çocuklarımızı, sonra da bu ülkede yaşayan tüm canlıları korumakla mükellefiz"

Bugün sokaklarda öfke var, trafikte şiddet var, evlerde güvensizlik var, her yerde cinayet var. Her an insanlığımızın sınandığı olaylarla karşılaşıyoruz. Her an bastıramadığımız yeni bir öfke seliyle karşılaşıyoruz. Saray iktidarı bir vicdan bombası attı önümüze ve bize dedi ki; 'Çocuklar mı ölsün, köpekler mi?' Çünkü biri ölmeli. Çünkü yaşamak ve yaşatmak lügatlerinde yok. Çünkü saklayıp örtmek zorunda oldukları o kadar büyük ihanetler vardı ki yeni bir tuzak kurmaları gerekiyordu. Bu attıkları vicdan bombasıyla da günlerdir uğraşıp duruyoruz. Ölüm ve yok etmeyle başlayan hiçbir cümleden hayır gelmez. Sokak hayvanları meselesini ortak akıl ve en önemlisi ortak emek ve çabayla çözmek, hepimiz için çok önemli bir imtihandır. Saray iktidarı sonrası için de birlikte ayağa kaldıracağımız, yeni baştan hep birlikte inşa edeceğimiz o güzel Türkiye’miz için bir ön sınavdır. Evet, Türkiye’de sahipsiz başıboş köpek sürüleri bir sorundur. Bir sağlık sorunu, bir güvenlik sorunudur ancak ölüm lafıyla değil, hayır lafıyla başlayacağız. Sonra da bu sorunun en makul çözümünü bulacağız. Bu işi de sadece yasayla çözmek ya da yasayla çözümsüz bırakmak kolaycılığına da düşmeyeceğiz. Emin olun, bu iktidar ne yasa çıkarsa lafta kalacaktır. Yasayla oyalanmak boşunadır. Önce geleceğimiz olan çocuklarımızı, sonra da bu ülkede yaşayan tüm canlıları korumakla mükellefiz. Bu yüzden de ne imhacı ne de redci bir kolaycılığa düşmeyeceğiz. Vicdanı akılla, aklı da vicdanla dengeleyeceğiz. Biz İYİ Parti olarak bu imtihanı önemsiyoruz. Bu sebeple de en başta sivil toplumun, gönüllülerin ve yerel yönetimlerin sorumluluk aldığı, kimsenin kimseye bahane uydurmadığı bir toplum seferberliği arzuluyoruz. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. İktidardakilerden tek beklenti, gölge etmemeleridir başka ihsan istemiyoruz.

"Eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklar..."

Kamuoyunu meşgul eden benim de içinde bulunduğum 154’ler tartışması var. Aslına bakarsanız bu tartışmaya hiç girmek istemiyorum ama tamamen sessiz kalmayı da uygun görmüyorum. İki cihanda yan yana gelemeyecek bazı insanları, aynı torbaya doldurarak adeta eşitlemiş, 'Bölücü, Liberal, Marksist, Fetöcü' yapıların elemanı diye yaftalamışlar. Bu insafsızlıktır, izansızlıktır, saygısızlıktır, ahde vefasızlıktır. Çok bir şey söylemek istemiyorum. Ayrıntıya girip hiç kimseyi mahcup etmek niyetinde de değilim. İçinde yetiştiğim camiayı üzmek, kırmak istemem ancak sabrın da bir sınırı var. Sözlerimin muhatapları maziyi paylaştığım insanlar değil, eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır. Hayatım boyunca bölücü, liberal, Marksist ve Fetöcü diye hiç anılmadım. Bütün ömrümce anıldığım ve gurur duyduğum tek bir sıfat var. Onu da öyle bir ayağa düşürdünüz ki sizin yüzünüzden ve utancımdan kullanamıyorum. Beni sakın ha sakın ve hangi sebeple olursa olsun başkalarının havuzuna bir daha dahil etmeyin. Hatıralarıma saygısızlık yaptırmayın, ayrıca kimseyle de karıştırmayın. Tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır konuşurum. İsteyen kendine yeni yön çizebilir. Hatta ikbal, istikbal ve iktidar için kendisini satabilir de. Ben varlığını Türk varlığına adamış bir memleket evladıyım. Doğduğum gibi öleceğim ve bununla da övüneceğim."

Kaynak: Haber Merkezi