CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM’de düzenlen grup toplantısında açıklamalarda bulundu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, saldırıya uğrayan gazeteci Sinan Aygül’ün sosyal medyada paylaştığı Twiti okudu. CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Sinan Aygül, yolsuzluk haberlerini yapan yürekli bir gazeteci. Susmayacağız haramilere geri adım attıracağız” dedi. Yeni asgari ücrete değinen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, "İşçinin hak ve hukukunu aramak yine bize düştü" ifadesini kullandı.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Kenan Nuhut, önemli bir sporcuydu. Yol arkadaşımızdı. Ağır bir hastalığı yaşadı ve uzun süre yaşadı. Sonunda onu sonsuzluğa uğurladık. Halter Federasyonu Başkanlığı yaptı, Avrupa Halter Federasyonu yönetim kurulu üyeliği yaptı. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. Ailesine, yakınlarına ve camiamıza da baş sağlığı diliyoruz.

“Yıl sonuna kadar deprem bölgesindeki evlerin elektrik ve doğal gaz faturalarını ödeyebiliriz”

Bir deprem felaketi yaşadık… 50 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetti. Yaralılar var. Kolunu, bacağını kaybedenler var. Hala yaraların sarılmadığını hepimiz biliyoruz. O insanların bu ülkede huzur içinde yaşamaları için, acılarının giderilmesi için hepimize düşen görevler var. Depremden hemen sonra Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıktı. O bölgede evi, iş yeri yıkılan insanlarımızın doğal gaz ve elektrik borçlarının silinmesi yönünde bir kararname çıktı. Elbette olması gereken bir kararnameydi. Aradan bir süre geçti. Malum. Uzun bir süre. 5 ayı aşkın bir süre geçti. Dolayısı ile evi yıkılamayan ama kısmen oturulabilir konumda olan veya evi hiç yıkılmayan pek çok depremzedeye elektrik ve doğal gaz faturaları gelmeye başladı. Depremi yaşayan insanlara, en azından 85 milyon olarak katkı vermek istedik. Kampanyalar açtık. Belediye başkanlarımız o bölgelere gittiler… Şimdi bu faturaların gelmesi doğru değil. En azından yıl sonuna kadar deprem bölgesindeki en azından evlerin elektrik ve doğal gaz faturalarını bizler ödeyebiliriz. Bakın bunun için; hemen şunu söyleyecekler, ‘Efendim paramız yok.’

“Kim bu parayı ödemeyenler?”

Hayır efendim, paramız var. Depremden hemen sonra bir kampanya açıldı. ‘Türkiye Tek Yürek Kampanyası’ açıldı. Bu kampanya 213 televizyonda ve 512 radyoda yayınlandı. Ortak yayındı. Herkes karınca kararınca katkı vermeye çalıştı. Taahhüt edilen para 115 milyar 146 milyon 508 bin lira. Biz bu parayı ödeyeceğiz dediler, televizyonlara çıktılar. Adlarını ve sanlarını hepimiz dinledik. Ben de bir aylığımı ödeyeceğim dedim ve hemen aylığımızı Türkiye Tek Yürek kampanyası çerçevesinde yatırdık. Değerli arkadaşlarım acı olanı şu, 115 milyar liranın 74 milyar lirası yatırılıyor, 41 milyar lirası ise hiç yatırılmadı. Kim bu parayı ödemeyenler? Ben adım gibi eminim; ben taahhüt ettiğim parayı ödemeseydim, şimdi bütün havuz medyası aylarca ve günlerce yayın yapardı. Acaba bu parayı ödemeyenler beşli çeteler mi? Yandaşları mı bu paraları ödemeyenler? Hatırlarsınız… Şehitler için de para toplanmıştı, o paraya da el koydular. Şimdi buradan açık ve net çağrıda bulunuyorum. Lütfen Grup Başkanı ve Grup Başkanvekillerimiz de bu konuyu, TBMM gündemine getirsin. Nerede bu paralar, kim ödemedi bu paraları? Televizyonlara çıkacaksınız, ‘parayı ödeyeceğim’ diyeceksiniz, anlı şanlı laflar edeceksiniz, ödemeye gelince yok olacaksınız. Kim takipçisi olacak? Biz olacağız, biz. Bu halkın karşılaştığı her sorunun takipçisi biz olacağız.

“Susmayacağız, haramilere geri adım attıracağız”

Bir başka acı olay. Medya; toplumun sesidir, toplumun sözüdür. Toplumun duygularını yansıtır. Haksızlıklar varsa, yasa dışı işlemler varsa; gazeteci, gazeteciliğini yapar. Etik kurallar içinde bunu topluma bildirir. Tatvan’da da bir gazeteci, Sinan Aygül; Tatvan Belediyesi’ndeki bir olayı gündeme getiriyor Bu gazeteci arkadaşımız bölgedeki bütün yolsuzluk haberlerini yapan, yürekli bir gazeteci. Vay sen nasıl böyle bir haber yaparsın diye belediye başkanı korumaları tarafından adeta linç ediliyor. Kendisini aradım. Geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Hukuk desteğini her ortamda verebileceğimizi kendisine aktardım. Sağ olsun boralar ve avukatlar yardımcı olmuşlar. Attığı bir tweet şöyle, onu da okumak benim boynumun borcudur: Çünkü yolsuzluklar konusunda CHP’nin ne kadar duyarlığı olduğunu Mısır’daki sağır sultan da biliyor. ‘Şahsıma yönelik gerçekleşen alçaklığın sebeplerinden biri de geçen hafta yaptığım haberdi. Hadsiz bir haraminin rant çetelerine peşkeş çekmeye çalıştığı kamu malının satışı ihalesi bugün iptal edildi. Bugüne kadar susturamadınız, bugünden sonra da susturabilmek ve artık susturmaya çalışmak bile haddinize değil. Biz susmayacağız, siz haramiler geri adım atacaksınız’ diyor. Evet susmayacağız, haramilere geri adım attıracağız.

“Numan Kurtulmuş asıl sorumlu sensin”

Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir vatandaşı, milletvekili olmak isterse; kuralları var, yasalar var. O yasalar çerçevesinde gider, başvurusunu yapar, YSK onaylar, onayladıktan sonra da seçime girer. Vatandaş oyunu verirse seçilir ve gelir. Tutuklu bir arkadaşımız var. TBMM’nin 600 milletvekilinden birisi, Can Atalay. Seçimi kazandı, mazbatasını aldı. Ama parlamentoya gelip, yemin edemiyor. Anayasa’ya aykırı, Meclis İçtüzüğü’ne aykırı, geleneklerimize aykırı, demokrasiye aykırı. Meclis Başkanı’na çağrı yaptım. Bu Meclis’in itibarı ve saygınlığını koruyacak olan sizsiniz. Eğer tutuklu bir milletvekili seçildiği halde ve yargı kararı olduğu, mazbatasını aldığı halde, Meclis’e gelip yemin edemiyorsa, asıl sorumlu sensin. Sayın Numan Kurtulmuş asıl sorumlu sensin, onu oradan çıkaracaksın, gelecek ve yeminini edecek. Her yerde ve her ortamda demokrasiyi savunduk. Bizim partili, bir başka partili değil. Kim haksızlığa uğradıysa, hep yanında olduk. Çünkü biz CHP’yiz, çünkü biz devleti kuran partiyiz. Çünkü biz bu ülkeye demokrasiyi getiren partiyiz. Bu çerçevede, yolumuza devam edeceğiz.

“Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilmesin diye bir gazete nasıl olur da 3 milyon liraya yakın bir reklamı verir”

Bir de farklı gazeteler var. Bir gazete nasıl olur da 3 milyon liraya yakın bir reklamı verir, Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilmesin diye. Yeni Şafak gazetesinden söz ediyorum. Hangi şafak, hangi yenilik, hangi demokrasi, hangi etik değerler, hangi ahlaki değerler? Sen gazetesin, beni övmek zorunda değilsin. Lehime yazı da yazmayabilirsin ama objektif olmak zorundasın. Kalemini ve iradeni saraya ipotek etmemek zorundasın. Facebook hesaplarında 3 milyon liraya yakın bir para harcıyor, benim için, benim seçilmemem için harcıyor. Bu nasıl bir gazetecilik anlayışıdır? Nasıl bir ahlak anlayışıdır? 3 milyon lira parayı nereden buldun, kim sana verdi o parayı? Buradan; Hazine ve Maliye Bakanı’na çağrı yapıyorum. Dürüst bir insansan, ahlaklı bir insansan o 3 milyon lira parayı nereden buldu ve nasıl o harcamaları yaptı; İnceleyeceksin. Ahlaklı ve erdemliysen. Bir gazete böyle bir şey yapabilir mi?

“Yeni Şafak gazetesinin ne mal olduğunu bütün Türkiye’nin bilmesini isterim”

Eleştirinin ötesinde hakarete varan laflar var. Dava açacağım ama Yeni Şafak gazetesinin ne mal olduğunu da bütün Türkiye’nin bilmesini isterim. Yalan haber, iftira üzerine haber yapan bir gazete gazete olur mu Allah aşkına? Bu kadar ahlaksızlık olur mu? Geçen hafta kalemini satan demiştim, gazeteciler. Bazı gazeteciler çok sert bir ifade olduğunu ifade etmişlerdi. Doğrudur, belki öyle bir ifade kullanmasam da olurdu. Ama iradesini saraya ipotek edenler varsa, bunu eleştirmek de benim en doğal hakkımdır. Gazeteci gazeteciliğini, siyasetçi siyasetçiliğini yapacak. Elbette gazeteci eleştiri yapabilir ve benim beğenmek zorunda da değildir. Ama bir kan davasına dönüştürüp hakaret ve yalanlar üzerinden, Facebook hesaplarına özel olarak belli paralar ödeyerek, bu çalışmaları yapmayı gazetecilikle bağdaştırmıyorum.

“Hala ben İstanbul’un rantından nasıl faydalanabilirim, arayışı içinde”

İstanbul; bizim için de Türkiye için de dünya için de önemli bir merkezdir. Erdoğan, boşuna söylemiyordu; ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ diye. Oylarını 2002’deki rakamlara indirdik. Ne olursa olsun, hala ben İstanbul’un rantından nasıl faydalanabilirim, arayışı içinde. Belki unuttuk. Telefon edip, ‘İstanbul’un kupon arazilerini benim bilgim dışındaki satamazsın’ diyen oydu. İstanbul’un kupon arazilerinin Saray ile ne ilgisi var diyeceksiniz, Erdoğan ile ne ilgisi var diyeceksiniz. Haramzadelerin bir tane özelliği vardır, doymazlar; çünkü onlar sürekli yolsuzluk yaparlar. Haramzadeler doymazlar.

“İşçinin hakkını ve hukukunu savunmak yine bize düştü”

Halkın, ekonomide ne kadar zor durumda olduğunu hepimiz biliyoruz. Bugün asgari ücret açıklandı. 11 bin 402 lira, net. Beni şaşırtan Türk- İş Başkanının buna hiç itiraz etmemesi. Makuldür diyor bu rakama. Öyle anlıyorum ben. Oysa aynı Türk- İş’in yaptığı bir açıklama var. Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 13 bin 439 lira. Asgari ücretli evli, 2 çocuklu 11 bin 402 lirayla ve kiralardaki bu artışlar da varken, onunla geçinmeye çalışacak ama bir işçinin yaşam maliyeti 13 bin 439 lira olacak. Siz buna itiraz etmeyeceksiniz. Bu doğru değil. İşçinin hakkını ve hukukunu korumak her şeyden önce sendikanın görevidir. Eğer sendika iradesini saraya ipotek etmişse, sendikacı olmaktan çıkar. Onun adı hukukta sarı sendikacılıktır. İşin Türkçesi budur. Biz söyledik. Öyle olağanüstü artış yapmayın, tamam. Makulü nedir, 15 bin lira civarında verirsiniz. Yani bekar bir çalışanın yaşam maliyetinin en azından bir parça üstünde olsun. Bu da kabul görmedi. Dolayısıyla, işçinin hakkını ve hukukunu savunmak yine bize düştü.

“Türkiye’nin bir beka sorunu vardır”

Çok tık tekrar edilen bir sözcük, beka. Nedir beka? Bir beka sorunumuz var. Hatta bazen derler, ‘Kılıçdaroğlu bir beka sorunudur.’ Beka nedir?.. Türkiye’de bir beka sorunu var. Çok açık ve çok net söylüyorum. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Erdoğan’a oy veren vatandaşlarıma seslenmek istiyorum: Türkiye’nin gerçek anlamda bir beka sorunu vardır. Bir, eğer devleti yöneten bir kişi mal varlığı dolayısıyla teslim alınmışsa, mal varlığı dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere tek cümle dahi kuramıyorsa, o kişi teslim alınmış kişidir. O kişi eğer devletin en tepesindeyse, Türkiye için bir beka sorunudur.

Devleti yöneten kişinin mal varlığı dışarıda, biz bilmiyoruz ama onlar biliyorlar. Nerelere yatırdıklarını biz bilmiyoruz ama onlar biliyorlar. Tehdit ediyorlar, kızdırma senin mal varlığını açıklarız. Tek bir cümle dahi kurulamıyorsa, bu ülkede artık bir beka sorunu oluştu demektir. Söylenmesi gereken cümle ne? ‘Araştırmazsanız namertsiniz, bizim verilmeyecek hesabımız yok, ben Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanıyım. Beni asla böyle tehdit edemezsiniz’ demesi gerekirdi. Demedi. Demek ki Türkiye’nin bir beka sorunu var.

İki, Gazi Mustafa Kemal’in iki temel ilkesi vardır. Bir, siyasi bağımsızlık. Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir, der. Bu siyasi bağımsızlık… İkinci bir ilkesi daha var. Savaş meydanlarında kazanılan zaferler, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız, diyor. Demek ki ekonomik bağımsızlık bu kadar değerli. Eğer ekonomik olarak birilerine bağımlıysanız, kapı kapı dolaşıyorsanız, Türkiye’yi tefecilere teslime etmişseniz bir beka sorunumuz var demektir. Geçen hafta Düyûn-ı Umûmiye hükümeti demiştim. Devleti uluslararası tefecilere teslim eden bir kabine demiştim. Bir devleti siz uluslararası tefecilere ve onların yandaşlarına, onların siyasi aktörlerine Türkiye’yi teslim etmişseniz, bir beka sorunumuz var demektir.

Üç, Türkiye’nin iradesi satıldı. Toplum unutabilir ama biz unutmayacağız bunu. İstanbul’da bir cinayet işlendi. Kaşıkçı cinayeti. Suudi Arabistan kökenli, bir Arabistan vatandaşı İstanbul’da Sudi Arabistan Konsolosluğunda öldürüldü. Cinayet işlendi. Eğer bu ülke bağımsızsa, bu ülke gerçekten saygın bir ülkeyse, bu ülkenin uluslararası itibarı varsa, cinayet burada işlediyse davanın burada görülmesi ve sanığın burada yargılanması gerekirdi. Ama bu yapılmadı, para için. Para için Türkiye’nin iradesi satıldı, yargının iradesi satıldı. Neden Türkiye’nin iradesi satıldı diyorum, çünkü hakim Türk milleti adına karar verir. Benim adıma değil, Erdoğan adına da değil. Türk milleti adına karar veremiyorsa bir hakim, o iradeyi alıp oradan Sudi Arabistan’a veriyorsan, iradeyi satıyorsun demektir. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin iradesini satmıştır. Biliyorum, şimdi bana diyecek ki, ‘Dava açacağım’. Açmazsanız namertsiniz. Bunların tamamını ispat edeceğim. Beka sorunu budur. Devletin iradesini ve yargısını satmaktır…

Eğer sizi önce borçlandırıp, sonra teslim almışlarsa işlenen cinayeti bile ‘Sen yargılama kardeşim, kendi ülkeme gönder’ diye talimat verir ve o talimatın gereği yerine getirilir. Kim, siyasi otorite tarafından. Kim siyasi otoritenin başı? Erdoğan’dır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yargının iradesini satan kim? Erdoğan’dır. Bu kadar açık, net söylüyorum. İşte bu bir beka sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bu pozisyona, tarihinde hiç düşmemişti. Benzer olaylar oldu, ama yargılandılar… Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ne zamandan beri dilenci konumuna düştü, işte beka sorunu budur…

 “Dünyada hangi devlet dolar bazında yüzde 40 faiz verir? Verecekler, göreceksiniz”

Şimdi geldik, bir noktaya. Seçimler bitti, ne yapacaklar? Uyuşturucu baronları zaten yerlerinde. Zaten orada herkes rahat. Bir de uluslararası tefeciler var. Onlar Türkiye’ye gelmiyorlar. Neden? ‘Faizi yükselteceksin.’ E Erdoğan, nas demiş; Allah demiş, peygamber demiş. Nasıl yükseltecek? Yani Türkçesi, halkın deyimi ile tükürdüğünü nasıl yalayacak. Nasıl olacak bu iş? Dediler ki kolay, sen yapma. Sana bir tane Hazine ve Maliye Bakanı bulalım. Onu getir. Ama o da yetmez. O Merkez Bankası. Merkez Bankasına da buluruz, ABD’de var bu işleri yapan. Onu da getiririz. Birisini Merkez Bankası Başkanlığına ata, birisini Hazine ve Maliye Bakanı yap. Faizleri artırsın, biz parayı getirelim. O zaman getirir, vurgunu yaparız. Ama faiz ne olacak, şimdi yerel seçimlere kadar ufak ufak artırın, ondan sonra dolar bazında yüzde 40 olmazsa parayı getirmeyiz. Şimdi buradan Erdoğan’a oy veren bütün vatandaşlarıma sesleniyorum. Elinizi vicdanınıza koyun ve bir daha düşünün. Dünyada hangi devlet dolar bazında yüzde 40 faiz verir? Verecekler, göreceksiniz. İşte bu beka sorunudur.

“16’lı masa kuracağım”

Vatandaşlara her türlü yalanı söylerler. Benimle ilgili de, sahte videolar hazırladılar. Allah büyüktür, çıktılar itiraf ettiler. Montaj diye. Oy veren vatandaşlara seslenmek isterim. Ne oldu bu videolar? Sahte video hazırlayana sahtekar denir. Öyle değil mi? Sahtekardan da Cumhurbaşkanı olmaz. Bu kadar açık. Hiçbirimizin, hiçbir CHP’linin umutsuzluğa kapılma hakkı da yoktur, yetkisi de yoktur. Hiçbirimiz umutsuzluğa kapılmayacağız. En zor koşullarda Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak, bizim görevimizdir, tarihin bize yüklediği bir görevdir. Açık ve net söylüyorum, değil altılı masa, Türkiye’nin aydınlığa çıkması için gerekirse 16’lı masa kuracağım. Yeter ki Türkiye’yi aydınlığa çıkaralım. Bu Düyûn-ı Umûmiye kabinesini mutlaka ama mutlaka göndereceğiz. Bunun onuru 25 milyon kişiye ait olacak.”

Editör: Selim Ercan