Özel haber: Halide Tonga
Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahında İsrail’e karşı ‘Aksa Tufanı’ adı ile kapsamlı bir saldırı başlattı. Gazze'den İsrail yönüne binlerce roket atılırken, Filistinli silahlı gruplar Gazze-İsrail sınırındaki Beyt Hanun-Erez Sınır Kapısı'na baskın düzenleyerek burayı ele geçirmişti. Silahlı gruplar daha sonra buradan İsrail içindeki yerleşim yerlerine girmiş, İsrail ordusu da onlarca savaş uçağıyla Gazze Şeridi'ne saldırı başlatmıştı.
Gazze'den düzenlenen saldırılarda 299’u asker 1309 İsraillinin öldüğü, 3 bin 968 İsraillinin yaralandığı aktarılmıştı. Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail'in saldırılarında Gazze'de 2 bin 778 kişinin öldüğünü, 10 binden fazla kişinin yaralandığını duyurmuştu.
Binlerce kişinin öldüğü ve yaralandığı saldırıların temelindeki gerginliğin nedenini, tarihsel arka planını, bölge halklarının demografik özelliklerini, saldırıların başlangıç nedenlerini ve Filistinlilere vaat edilen siyasi konumu Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Siret Hürsoy, Elipshaber’e değerlendirdi.
Filistin ve İsrail arasındaki gerginlik Osmanlı İmparatorluğu’na kadar dayanır
İsrail Filistin arasındaki temel gerginlik nedeni ile ilgili olarak Prof. Dr. Hürsoy şöyle konuştu:
“Bu gerginliğin sebebi Osmanlı İmparatorluğu’na kadar dayanır. Osmanlı İmparatorluğu bölgeden ayrıldıktan ve 1. Dünya Savaşı’nı kaybettikten sonra oradan ayrılması ve İngilizlerin bölgeye girmesi ile birlikte değişik niyet ve hedeflerin gerçekleştirilmek istenmesi ile başladı. Yani birincisi, İngilizler davet etmemiş olabilir ama Yahudiler kendilerine bir vatan elde etmek için 1917’deki toplantıları ile birlikte Yahudiler'in bölgeye gelmesi örtüşüyor aslında. Yahudiler bölgede İngiltere ile de çatıştılar. O zamanlar Araplar çoğunluktaydı. Yahudiler çok daha azınlık konumunda yaşıyorlardı.
Balfour Deklarasyonu ile Ulusal Yurt (National Home) dedikleri bir alan kendilerine yaratmak istediler. O açıdan değişik yerleri aslında kendilerine hedef olarak koydular ama İsrail yani bugünkü topraklar vatansız topraklar değildir. Sanki onlar vatansız, boş topraklara gelip yerleşmiş gibi bir açıklama yapıyorlar ama burası Filistinlilerin yıllarca yaşadıkları, Yahudilerin ise çok daha azınlıkta kaldıkları bir süreçte başladı. Küçük çaptaki köylü, çiftçi yerleşim alanları (Kibbutz) git gide büyütülerek zaman içerisinde bugünkü hali aldı ve çok az küçük küçük yerleşim yerleri varken aslında tam tersi bugün çok küçük bölgelere Filistinliler sıkıştırıldı. Tam anlamıyla geride kalan bölgedeki o büyük alandaki Filistinlilerin elindeki topraklar, İsrail topraklarına dönüştürüldü.”
Yahudiler yerleşim alanı olarak birkaç yer seçtiler
“Dediğim gibi Yahudiler yerleşim alanı olarak kendilerine birkaç yer seçtiler. Sudan ve Kıbrıs bunlardan birkaç tanesi idi. Kıbrıs ada ülkesi olarak korunaklı olabileceği için tercih edilmişti. İsrail toprakları da alternatifti. Ama burası çok zor bir yerleşim alanı. Çünkü hem Araplar yaşıyor hem de çevresinde de Arapların yaşam alanları var. İçinde Arapların yani Filistinlilerin yaşadığı bir alan olduğu için bu topraklar Yahudiler her ne kadar gelip yerleşmek isteseler de biraz da geri planda bulunan bir bölgeydi.
Sudan da onların dini sebeplerle seçmek istedikleri bir alternatifti. Osmanlı buraya Filistin topraklarındaki iskan konusuna çok önem verdiği için Yahudiler buraya çok rağbet edemediler. Ama neticede 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi ile birlikte İngilizlerin gelmesi ve 1917’deki Balfour Deklarasyonu Yahudiler açısından bir avantaj teşkil etti.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra da kitlesel göçler başladı. Yani o yüzden 1940’lardan sonra Hitler Almanya’sının yaptığı zulümden 6 buçuk milyon Yahudi’nin öldürülmesinden sonra kendilerine artık dünyada azınlık statüsünde diaspora şeklinde yaşamak yerine “Artık bizim de bir devletimizin, ülkemizin, vatanımızın olması gerektiği” konusunda hem fikir olarak buraya göç etmeye başladılar.”
Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Siret Hürsoy
Filistinlilerin hakları yenilerek bölgeye yerleşmelerine göz yumuldu
Yahudilerin bölgeye göç ederek yerleşim alanı haline getirmesi ile ilgili olarak bilgi veren Prof. Dr. Hürsoy;
“İki tip Yahudiler var; Mihrazi ve Akşenazi Yahudiler. Avrupa ve Kuzey Amerika’dan göç eden Yahudiler Akşenazi Yahudileridir. Mirazi Yahudileri ise Arap Yahudilerdir. Bu bölgede gittikçe sayılarını artırdılar. Rusya’dan, Amerika’dan, Avrupa’dan geldiler ve böylece soykırımın sonucunda dünyada artık bir Yahudilere yönelik bir iyi niyet doğdu ve sorumluluk hissedildi. Onların da bu topraklara yerleşmesine göz yumuldu. Tabi ki Filistinlilerin haklarından yiyerek göz yumulması anlamından bahsediyorum.” dedi.
Devlet kurmak adına terör örgütü kurmaya başladılar
Prof. Dr. Hürsoy, Filistinli ve Yahudi devletinin yan yana kurulması ile ilgili uluslararası bir anlaşma olduğunu belirterek şunları ifade etti:
“1947’lerde artık 2. Dünya Savaşı’ndan sonra artan Yahudi sayısı burada devlet kurmak adına aslında kendi terör örgütlerini kurmaya başladılar. Irgun gibi… Filistinlilerle çatışmaya başladılar. Ama sadece Filistinliler ile çatışmadılar. Ayrıca İngilizlere de karşı gelmeye başladılar. İngiltere bu işin altından kalkamayacağını anladığında 1947 yılında durumu Birleşmiş Milletler’e (BM) devretti.
BM’ye devredildikten sonra ayrıştırma planı üzerinde uzlaşıldı. O da bir Filistinli ve Yahudi devleti yan yana kurulacaktı. Kudüs dini açıdan ve tüm dünya açısından önemli bir şehir. Kudüs’ün de uluslararası statüsü tartışılıyordu son zamanlarda. O zamanlardan beri zaten BM gözetiminde özel uluslararası bir statü sunuldu. Bunlar tabi ki başarısızlıkla sonuçlandı. Reddedildi ve uyulmadı bu kurallara.”
Ulus devlet oluşturmak için Yahudi olmayanları elimine etmek istediler
“1948 yılında, İsrail Devleti’nin ilan edilmesi ile birlikte büyük bir savaş patlak verdi. Ondan önce Yahudiler diyorduk, ondan sonra İsrailliler demeye başladık. Çünkü kendilerine bir devlet oluşturdular ve bunu ulus devlet haline getirebilmek için içlerinde Yahudi kimliğine sahip olmayanları buradan elimine etmek istediler.
Tabi bu ilk savaştı. Araplar buna karşı çıktı, onlara karşı savaş verildi. Arkasından üç savaş daha oldu. 1956, 1967 ve 1973 yıllarında. Ama ilk başta 1948’de Araplar biraz başarı sağlamış olsalar dahi artık git gide büyük toprak kayıpları ile karşılaştılar. Bunun en büyük nedenlerinden biri ABD’den aldıları siyasi destek ve oradaki diasporadan aldıkları maddi ve manevi destekti.”
Filistinliler 1948’i El Nakba yani Felaket Günü olarak anarlar
“Filistinliler o yüzden 1948’i ‘Felaket Günü’ olarak yani ‘El Nakba (Nekbe)’ dedikleri bir felaket günü olarak anarlar. Buradan itibaren artık işler daha da çığırından çıkmaya başlar.
Devlet kurulduktan sonra göç de artmaya başladı. Çünkü burada artık devlet kurulmuş, toprak egemenliği sağlanmış, uluslararası anlamda tanınırlığı olmuş bir İsrail Devleti BM’ye de üye olduğu zaman insanlar biraz daha güvenli bir alana göç etmek istediler. Hızlıca göç başladı.”
Vaat edilen Filistin Devleti kurulmadı
Nihai sonuçta vaat edilen bir Filistin Devleti’nin kurulmadığını ve İsrail için bir metre kare toprağın bile önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Hürsoy sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Filistin de bir devlet mi sorusu sorulabilir. 1947’deki plana bağlı olarak iki devlet kurulmasından söz ediliyordu. Benim gözlemlediğim kadarıyla tarihsel süreç zarfında İsrail’in kesinlikle bir Filistin Devleti kurulması yanlısı olmadı. Bu yüzden de zaten git gide bugünkü Filistin toprakları seyreltilerek özellikle Doğu Kudüs’ü de seyreltmeye çalıştılar. Orada Arap, Yahudi mahalleleri var. Filistin Bölgesi denmesi lazım. Aslında vaat edilen Filistin Devleti, Doğu Kudüs’ü başkent olarak içinde barındıran, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’yı da içinde barındıran bir bölgede devlet oluşturulması idi. Ama bu hiçbir zaman tam anlamı ile gerçekleştirilmesine Yahudiler tarafından izin verilmedi.
Çünkü amaçları çok küçük bir dilimde İsrail Devleti olduğu için her bir metre kare de İsrail için çok önemli oldu. O yüzden mümkün olduğunca toprakları işgal edip ( yerleşikler sorunu da buradan çıkıyor) Filistinlileri ya birinci etapta diğer yan taraftaki Arap komşu ülkelere göç ettirmek ya da kendilerini göç etmeye zorlamaktı. Bu da olmuyorsa çok küçük bir bölgeye sıkıştırma hedefi güttü. Bunu da başardı işte. Savaşın çıkma nedenlerinden biri de budur.”
1990’lardan sonra değişen dengeler de önemli
1990’lı yıllardan itibaren dünyada değişen küresel dengelerin İsrail ve Filistin arasındaki ilişkilerde de etkili olduğunu ifade eden Prof. Dr. Hürsoy;
“1990’lardan sonra değişen bir küresel denge var. Önemlidir. Çünkü Filistin Kurtuluş Örgütü biraz sol eğilimli bir örgüt olduğu için Soğuk Savaş döneminde İsrail’i ABD desteklerken, Filistin’i daha çok Sovyetler Birliği detsekliyordu. 1990’dan sonra bu denge bozulunca İsrail hedeflerine hızlıca ulaşmaya başladı. Desteği kaybeden Filistin’e Irak, Katar gibi bölgesel güçler destek çıkmaya başladı. Şu anda da boşluğu doldurmaya çalışan bir İran meselesi var.” dedi.
Avrupa Birliği Filistinlilere kısmen sahip çıkmaya çalıştı
“En nihayetinde Avrupa Birliği (AB) Filistinlilere kısmen sahip çıkmaya çalıştı. Finansal destek vermeye çalıştılar. 2012’lerde BM Genel Kurulu’nda Filistin sempatizanı ülkeler Filistin Devleti’ni oluşturma anlamında gözlemci statüsüne getirip, “gözlemci devlet” gibi ifade edilmeye çalışıldı. Devlet olabilmesi için egemen sınırları olması lazım.
Hamas’ın Gazze Şeridi’ni kontrol etmesi ile birlikte Doğu Kudüs, Batı Şeria’dan koptu. Hamas şiddete başvurduğu için terör örgütü olarak nitelendiriliyordu. Resmi anlamda Filistin Devleti diyemeyiz belki ama BM Genel Kurulu’nda ortalama 70 ülkenin bir devletmiş gibi tanıdığını ve siyasi diplomatik bir ilişkiye girdiğini biliyoruz. Ama bu daha çok Hamas değil el-Fetih üzerindendi.”
Saldırılar neden başladı?
Saldırıların başlama sebeplerini ise Prof. Dr. Hürsoy şu şekilde özetledi:
“Kısaca özetleyecek olursak bu saldırılar Gazze Şeridi üzerinden oldu. Gazze Şeridi’ndeki sıkıntı saldırı nedenlerinden biri. Bu bölge dünyadaki en yoğun nüfusun olduğu bir bölge. Küçük bir bölgede yoğun bir insan nüfusu yaşıyor. Bölgedeki insanların sıkışık şekilde yaşaması, İsrail’in baskıları, Hamas’ın bölgeye sızması gibi nedenlerden dolayı halkta Hamas’a yönelik eğilim oldu. Halk mı Hamas’ı istedi yoksa Hamas mı halkı gasp etti orası başka bir konu.
Gazze Şeridi’ndeki sıkıntı aslında İslamcı grup dediğimiz bir grupla anlaşmazlıktan doğan bu şiddetin Filistin yönetiminin de çekilmesi ile birlikte 2007’lerden sonra direkt Hamas’ın kontrolüne geçti ve bu bölgeye baskı arttı.
Bu saldırıların ikinci sebebi Mescid-i Aksa’dır. Çünkü aşırı dinci Yahudilerin sürekli olarak Mescid-i Aksa’ya uğramaları ve Filistinlileri ve Müslümanların dini yerlerini hor görmeleri de ikinci sebeptir.
Üçüncü nedeni de Yahudi Yerleşimcilerdir.
Dördüncüsü de en son yaşanan gelişmelerdir. Özellikle ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıması ile başlayan süreçte geçmişte Mısır-İsrail, Ürdün-İsrail ilişkilerine artık yavaş yavaş diğer Arap ülkelerin de katılıyor olması.”