Özel Haber: Sümeyye Aksu
İsrail ile Hamas arasında 7 Ekim’de başlayan çatışmaların ardından İsrail’in Gazze’ye saldırıları 22. Gününde devam ediyor. İsrail’in, Hamas ve Filistinli gruplarla çatışması sürerken, bu süreçte yapılan "haberlerin" dezenformasyon boyutu öne çıkıyor. Batı ve İsrail medyası, servis ettikleri haber ve videolar ile algı, manipülasyon ve dezenformasyonlara başvuruyor. İsrail’in kadın, çocuk, yaşlı demeden yaptığı katliamları görmezden geliyor. İsrail güçleri 17 Ekim’de Gazze Şeridi'ne düzenlenen hava saldırısında el-Ehli Baptist Hastanesini vurdu. Tüm dünyada büyük yankı uyandıran saldırıyla ilgili İsrail ordusu Filistinli direniş örgütü İslami Cihad'ı suçlarken, örgüt bu iddiaları reddetti ve "uydurma" olarak tanımladı. Yüzlerce sivilin öldüğü saldırıyı sayfalarına taşıyan Avrupa ve ABD merkezli yayın kuruluşlarıysa, tarafların birbirlerini suçlamasını ön plana çıkardı. Batı merkezli birçok gazete ve internet sitesinin olayla ilgili "saldırı" yerine "patlama" ifadesini kullanması dikkat çekti.
Batı medyasının İsrail saldırasına yaklaşımı
ABD merkezli yayın kuruluşu CNN, internet sitesinde yer verdiği konuyla ilgili haberde, "Gazze'deki hastane patlamasında muhtemelen yüzlerce kişi öldü" ifadesini kullandı.ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York Times ise saldırıyı, "Filistinliler, Gazze'deki patlamada yüzlerce kişinin öldüğünü söylüyor" başlığıyla duyurdu. Gazete ayrıca, "bölgenin hastanedeki patlamayla sarsıldığı bir dönemde" Biden'ın İsrail'e gittiğine dikkat çekti.New York Times'ın saldırıdan bu yana konuyla ilgili haberinin başlığını üç kez değiştirmesi de sosyal medyada tepki çekti. Paylaşılan ekran görüntülerinde, gazetenin yaşananlarla ilgili ilk olarak "İsrail saldırısı" ifadesini kullandığı daha sonra bunu "Gazze'deki hastaneye saldırı" olarak değiştirdiği, son olarak da "Gazze'deki hastanede patlama" ifadelerine yer verdiği görülüyor.
Batı medyasının Hamas-İsrail saldırılarına nasıl yaklaştığı ve bu süreçte yapılan dezenformasyon haberlerine ilişkin İletişim Platformu Genel Sekreteri Mustafa Özbek ve Üsküdar Üniversitesinden Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal Elips Haber’e açıklamalarda bulundu.
“Filistin ve Gazze ile ilgili yapılan yayınların birçoğunu kısıtlama geliyor”
Sosyal medyanın daha çok Batılı ülkelerin güdümünde ve yönetiminde olduğunu söyleyen Özbek, buradaki sürecinde ister istemez onların kontrolüne girdiğini dikkat çekti. Filistin ve Gazze konusunda sosyal medyada ciddi bir kısıtlama olduğunu vurgulayan Özbek, “Özellikle Filistin ve Gazze ile alakalı gerçeklerin ortaya çıkartılması noktasında yapılan yayınların birçoğuna kısıtlama geliyor. İsrail gözüyle bakılan içeriklerin birçoğunda bu anlamda herhangi bir kısıtlama gözükmüyor. Bazı içerikler binlerce şikayet almasına rağmen hiçbir şekilde kaldırılmıyor ama Filistin’in gözüyle bakıldığı zaman bu kısıtlamalar daha yoğun bir şekilde sosyal medya da uygulanıyor. Bunu açık ve ciddi bir şekilde görüyoruz. Şu an böyle bir süreç yaşanıyor” dedi.
“Batı medyası İsrail’in uygulamış olduğu katliamları görmezden geliyor”
“Sosyal medyadaki süreç aynı şekilde Batı medyasında da var” diyen Özbek sözlerini şöyle sürdürdü;
“Batıdaki liderlerin ve ülkelerin İsrail’in yanında durması, sosyal medya şirketlerinin ve uluslar arası Batı medyasının da onların yanında durmasına vesile oluyor. Biz şunu görüyoruz mesela BBC yayınlarında şu ifadeler kullanıyor; ‘İsrail’de birileri öldürüldüğü zaman İsrailliler öldürüldü, Gazze’de birileri öldürüldüğü zaman Gazeliler öldü’ ifadesini kullanıyor. Sanki onları birileri öldürmemiş sanki kendi kendine ölmüş gibi bir yaklaşımla yaklaşıyorlar. Bunu net bir şekilde görüyoruz. Yani taraflı bir yayın yapıyorlar. Biz yıllardır insan hakları, demokrasi ve özgürlük diyen Batı ve Batı medyasını şu anda ciddi anlamda taraf olduğunu görüyoruz. Hem ülkeler lehine hem İsrail’in uygulamış olduğu katliamları görmezden gelmeye devam ediyor”
“Yaptıkları işgali dünya kamuoyuna hazırlamak için bu tarz yalanları kullanıyorlar”
“75 yıldır Filistin topraklarsı gasp ediliyor, evleri işgal ediliyor, çocuklar ve kadınlar öldürülüyor” ifadelerini kullanan Özbek, “Bunu görmüyorlar ama İsrail tarafında birileri öldürüldüğü zaman veya öldüğü zaman onların kendi gözleriyle görülüyor. Dünya kamuoyunda kendilerini haklı çıkarmak için böyle bir yayın ortaya koyuyorlar. Bununla alakalı çok sayıda hem sosyal medyada hem de Batı medyasında haberler gördük. Bunların bir kısmının gerçek olmadığını sonradan öğrendik. Hatırlarsanız, 40 tane çocuğun başının kesilmiş olduğu yalanını ortaya atmışlardı. Hatta bunu Batılı liderler bile kullandı. Fakat olayın öyle bir şey olmadığı, bunun tamamen yalan olduğu sonradan ortaya çıktı. Biz Batı medyasını daha önceki şeylerden de biliyoruz. Irak işgal edildiğinde Irak’ta kimyasal silah var yalanını kullanmışlardı. Yaptıkları işgale bir nebze de olsa dünya kamuoyuna hazırlamak için bu tarz yalanları yoğun bir şekilde kullanıyorlar” diye konuştu.
“Filistinlilere terörist gözüyle bakan bir Batı dünyası ve Batı medyasından söz ediyoruz”
Aynı tarz yalanları Filistin konusunda da kullandıklarını vurgulayan Özbek, “Yıllardır öldürülenler sanki Filistinliler değilmiş gibi yaptıkları yayınlarla İsrail’in haklı olduğu yalanını ortaya koyuyorlar. Bunu açık ve net bir şekilde yapıyorlar şu an. Bazı kuruluşların belki vicdanlı spikerlerinin ağzından da yaptıkları yayının yanlış olduğunu söyleyen bazı cümleler de duyduk. Şimdi Filistinlilere terörist gözüyle bakan bir Batı dünyası ve Batı medyasından söz ediyoruz ama biz halkların nezdinde en azından vicdanlı insanların masum insanların yanında durduğunu görüyoruz. İçeride şu anda öldürülen, katledilen insanlara baktığımız zaman yüzde 70’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Bunu dünya medyasının vicdanlı insanların görmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
“İsrail hedef gözetmeksizin saldırıyor”
İsrail’in saldırılarında öldürülenlere bakıldığında çoğunlukla kadın ve çocukların olduğuna dikkat çeken Özbek, “Cenevre anlaşmalarına ve uluslararası anlaşmalara göre savaşta hukuklar vardır. Yani kadınları, çocukları, okulları ve hastaneleri korumak zorundasınız. Ama İsrail hedef gözetmeksizin hastanelere, okullara, her yere saldırıyor. Yani böyle de bir süreci yaşıyoruz baktığınız zaman. Hatta El Ehli Hastanesini bombaladılar. Orada 500’e yakın kişi katledildi. Orada bile hastaneyi İsrail bombalamadı, biz yapmadık bunu dediler. Gazze içerisindeki direniş gruplarının atmış olduğu bir roket oraya düştü gibi bir yalan ortaya koydular” değerlendirmesinde bulundu.
“Al jazeera gibi alternatif kanalların olması çok büyük önem arz ediyor”
“Uluslararası Al jazeera gibi medyaların yapmış olduğu analizlerle olayın öyle olmadığı tamamen İsrail yanlı bir saldırı olduğu anlaşıldı. Bu civarda alternatif ve güçlü bir medyaya ihtiyaç var” diyen Özbek sözlerine şöyle devam etti;
Mesela Al Jezeera bu anlamda ciddi bir çalışma yürütüyor. Türkiye'de kendi kurumlarıyla (Anadolu Ajansı) çalışma yürütüyor. İletişim Başkanlığı da özellikle Filistin konusundaki yanlış dezenformasyonla alakalı ciddi bir çalışma yürütüyor. Bunlar önemli. Bizim sorumluluğumuz insanlara gerçekleri anlatabilmek olmalı. Bu süreci doğrudan anlatabilmek olmalı. Burada önemli noktalardan bir tanesi şu; medya batının elinde olduğu müddetçe buna karşı çok büyük bir mücadeleye girmek çok kolay değil. Ancak en azından dünya üzerinde Al jazeera gibi alternatif kanalların olması çok büyük önem arz ediyor. Anadolu Ajansı ve TRT Word gibi Türkiye nezdinde uluslararası kamuoyuna seslenebilecek alternatif kanalların daha da artırılması ve yayınların çoğaltılması gerekiyor. Daha fazla kitlelere ulaşmak için. Bizim üzerimize düşen tüm alanlarda doğruyu aktarabilmek, hem kendi kamuoyumuza hem de dünya kamuoyuna İsrail’in yalanlarını, algılarını ortaya koyabilmek”
“Bu mücadeleyi medya tarafında da yürütmemiz gerekiyor”
İsrail’in, 75 yıldır Filistinlilerin topraklarını işgal ettiğini, her gün kadın ve çocukların öldürüldüğünü fakat bu sanki yaşanmıyormuş gibi 75 yıldır Filistinliler öldürülmüyormuş gibi bir yayının dışında alternatifleri ortaya koyabilmek gerektiğini kaydeden Özbek sözlerini şöyle tamamladı;
“Bizimde Mescid-i Aksa’nın ve Kudüs’ün Müslümanlar için önemini, değerini ve tarihsel arka plandaki bağlantılarını biliyor olmamız lazım. Ve gençlere hem sosyal medyada hem de medyada Filistin gerçeğini daha fazla anlatıyor olabilmemiz lazım. Bu sonuçta bir mücadele. Bu mücadeleyi biz medya tarafında da elimizden geldiği kadar yürütmemiz gerekiyor. Ama dediğim gibi alternatif kanalları çoğalttığınız, onların yalanlarını ortaya koyduğunuz müddetçe hızlı bir şekilde bir yalan ortaya koyduklarında siz karşı argümanlarla onu çürütebiliyorsanız bu çok büyük bir başarı oluyor. Bunda da belli oranda tüm engellemelere rağmen başarılı olduğunu düşünüyorum açıkçası”
“Pek çok alanda tehlikeye davetiye çıkarabiliyor”
Sosyal medyada algı yönetiminin had safhada yapıldığı bir mecraya dönüştüğünden bu yana adeta psikolojik savaş alanına döndüğüne dikkat çeken Ünal, “Paylaşımlar aracılığıyla duygu, düşünce ve davranış boyutunda kişilere, kurumlara ve hatta ülkelere etkilerini görüyoruz. Özellikle kullanım alışkanlığı olduğu için gün içinde sıklıkla kontrol ediliyor ve buradan haber alma, bilgi edinme, iletişim ve sosyalleşme rutinleri gerçekleştiriliyor. Sosyal medya, pratik bir mecra olmasına karşın eğer doğru kullanılmazsa algoritmik yapısı sayesinde pek çok alanda tehlikeye davetiye çıkarabiliyor” dedi.
“Bir çeşit dijital savaşla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz”
Sosyal medyanın, dezenformasyon çağın en büyük sorunlarından birisi haline geldiğini ve toplumsal kaos dönemlerinde halkı galeyana getirme noktasında bir güç olarak kullanıldığını belirten Ünal sözlerini şöyle sürdürdü;
“Yani bir çeşit dijital savaşla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Son zamanlarda pandemiden doğal afetlere ve şimdilerde savaşlara uzanan çok yoğun felaketler zinciri yaşanıyor ve bunların hem süreç hem sonuçlarıyla duygusal ve zihinsel olarak başa çıkmaya çalışıyoruz. Pandemiden bu yana artan miktardaki dezenformasyon patlamasına hiç bu kadar maruz kalmamıştık. Şimdilerde sosyal medyada dolaşıma giren ve görsel oldukları için hafızalardan asla silinmeyecek görüntüler duygusal olarak tüm dünyayı yıpratmaya devam ediyor. Tam da bu noktada acaba paylaşımların doğruluğu ne kadar teyit ediliyor? diye sorgulandığında tehlike burada başlıyor. Dezenformasyon ile insanlar kargaşa sarmalına sürükleniyor ve eğer paylaşımlar farklı kaynaklardan sorgulanmazsa doğru ya da yanlış fark etmeksizin genel kanaat olarak yayılıyor”
“Doğruluğu araştırılmadan yeni bilgi reddediliyor”
Dezenformasyonun, kasıtlı ve kötü niyetli olarak dijital mecralarda paylaşımlar aracığıyla yayıldığını söyleyen Ünal, “Doğruluğu teyit edilmeden yeniden paylaşılan her içerik dezenformasyon miktarını giderek arttırıyor ve kişiler bilmeden bu zincirin bir parçası haline gelebiliyor” dedi. Dolayısıyla ilk yapılması gerekenin, bilginin kaynağına dikkat edilmesi gerektiğini belirten Ünal, “Bilgi hangi kaynaktan yayılmış? Ve başka kaynaklarda bu bilgi var mıdır? Sorularını sormayı alışkanlık haline getirerek bilgilerin mutlaka teyit edilmesi gerekir. Burada dezavantaj diyebileceğimiz şey; insanların inandıkları kaynaktan gelen, çevrelerindeki benzer ya da aynı inançlara sahip insanlardan gelen bilgiye inanma motivasyonlarının yüksek olmasıdır. Böyle durumlarda bilginin sorgulanması es geçilebiliyor. Ya da insanların geçmiş yaşantıları devreye girebiliyor. Yani, önceden bilinen bilgiyle çelişiyorsa yeni bilgi yanlış kabul edilebiliyor ve doğruluğu araştırılmadan yeni bilgi reddediliyor” ifadelerini kullandı.
“Kişiler, hatta topluluklar galeyana gelebiliyor”
Dezenformasyonun duygusal durumla da bağlantısı olduğunu kaydeden Ünal, sözlerini şöyle sürdürdü;
“Kişinin o anki duygularını destekleyici paylaşımların yayılım oranı yüksektir. Çünkü kişi içinde bulunduğu duyguyu pekiştirmek için yine doğruluğunu araştırmadan paylaşılan bilgileri destekleyebiliyor ve hatta teyit etmediği bilginin savunucusu olarak kendini bulabiliyor. Toplumsal kaos dönemlerinde daha çok yaşanan bu durumdan kötü niyetli dezenformasyon yayıcılar sahte (trol) hesapları devreye sokarak yararlanıyorlar. Bir anda sahte bilgiler, fake news olarak adlandırılan yalan haberler dolaşıma katılıyor ve kişiler, hatta topluluklar galeyana gelebiliyor. Olumsuz ruh hali yayılımı artıyor ve disinhibisyon etkisi yani aşırı duygusal tepkiler ve kontrol kaybı ile umutsuzluk, çaresizlik, tükenmişlik, hatta öfke ve saldırganlık gibi daha sayabileceğimiz olumsuz duygular ülke geneline an ve an yayılıyor. Hem sosyal medyanın etki gücü yüksek olduğu için hem dezenformasyonun kendi içinde bir çeşit algı yönetimi mekanizması olduğu için, küresel düzlemde de disinhibisyon etkisini gösterebiliyor”
Kriz dönemlerinde dijital medya okuryazarlığının öneminin tekrar gündeme geldiğini savunan Ünal, pratik olarak yararlanabilecek dijital medya okuryazarlığı becerilerini şöyle sıraladı;
* Sosyal medya mecralarında paylaşılan bilgilerin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyit etmek,
*Çevrimiçi ağlarda dolaşan bilgilerin kaynağına bakmak yani hangi hesabın paylaştığına dikkat etmek,
* Sahte (trol) hesaplardan korunmak,
* Sosyal ağlarda olumsuz ruh hali barındıran içerikler paylaşmamak,
*Sosyal medya kullanımında aşırıya kaçmamak,
*Kaynağını tanıyor olsak bile paylaşılan her bilgiye şüphe ile yaklaşmak,
*Whatsapp gibi telefon uygulamalarından gelen görüntü, ses kaydı, yazılı bilgileri doğrudan paylaşmamak,
*Paylaşımlarda etik değerlere dikkat etmek,
*Çocukların zarar görebileceği içerikleri paylaşmamak,
*Kriz dönemlerinde resmi kaynaklardan paylaşılan bilgileri takip etmek.