27 Mayıs 1995’ten bu yana, Cumartesi Anneleri gözaltında kaybedilen, katledilen, cansız bedeni ücra bir köşedeki kimsesizler mezarlığında bulunan ya da hiç bulunamayan evlatları için direniyor. Bir mezar yeri veya kemiği bile olmayan; yas tutma, hesap sorma hakkı elinden alınan Cumartesi Anneleri’, 27 yıldır mücadele ediyor. Yüzlerce anne ‘Kayıplar bulunsun, failler yargılansın’ istiyor. Darbediliyor, gözaltına alınıyor, dava açılıyor ama direnmekten vazgeçmiyorlar. “Çocuğum nerede?” sorusu bugün hâlâ memleketin sokaklarında duyuluyor. İnsan Hakları Derneği (İHD), Eş Genel Başkanı Emire Eren Keskin her yıl 17- 31 Mayıs tarihleri arasında “Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası” kapsamında Cumartesi Anneleri ile ilgili Elips Haber’e özel açıklamalarda bulundu.
“Türkiye’de en meşru kabul edilen eylemlerden biri”
Eren Keskin, Cumartesi Anneleri eyleminin, 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü "Gözaltındaki kayıplar son bulsun, kayıpların akıbeti açıklansın, sorumlular bulunsun ve yargılansın" talebiyle Galatasaray’da ilk kez oturma eylemi yapmasıyla başladığını söyledi. Cumartesi Anneleri eylemlerinin engellenmeye başladığını vurgulayan Eren, “İlk olarak 1998 yılında Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiği dönemde bir süre engellendi. O zaman da böyle gözaltılar oldu. Daha sonra yeniden biz cumartesi günleri oturmaya devam ettik. Özellikle 2018 itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güvenlikçi politikaları çok üst düzeye taşımasının ardından bu coğrafyanın en meşru kabul edilen eylemlerinden biri olan Cumartesi Anneleri eylemi de engellenmeye başlandı. O tarihten bu yana da engelleniyor” diye konuştu.
“Devletin politikalarında söz sahibi olan militaristlerdi”
Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin başladığı yılda devletin yapısının daha farklı olduğunu dile getiren Keskin, “Evet hükümet olan siyasi partiler vardı. Fakat esas olarak devlette devletin politikalarında söz sahibi olan militaristlerdi. Yani her zaman askerlerin sözü geçerliydi. Bunu herkes bilirdi. Özellikle 12 Eylül askeri darbesinden sonra 1915 soykırımında da kullanılan 1938’de kullanılan bir insanlık suçu olan gözaltında kaybetme politikası yeniden devreye girdi” ifadelerini kullandı.
“Gözaltında kaybetme politikası uygulanmaya başladı”
“Doksanlı yılların başından itibaren özellikle Kürt insanlara ve bazı sosyalist insanlara yönelik bu gözaltında kaybetme politikası uygulanmaya başlandı” diyen Keskin sözlerini şöyle sürdürdü;
“Cumartesi Anneleri eylemi gözaltında kayıplar olayı konusunda Coğrafyada bir hafıza oluşturdu. İnsanlar öğrendiler artık. Bazı insanların sadece görüşleri nedeniyle gözaltında kaybedildiklerini esas olarak işkencede yok edildiklerini öğrendiler. Bu tarihten bu hafızanın oluşumundan itibaren de kaybetme politikası tabii ki azalmaya başladı”
“Hukuki bakış açısı zihniyetin devam ettiğinin göstergesi”
Yeni dönemde gözaltında kaybetme olayının çok fazla olmadığını dikkati çeken Keskin, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gözaltında kaybetme olaylarına karşı uyguladığı hukuki bakış açısı aslında bu zihniyetin aynen devam ettiğinin göstergesi. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti gözaltında kayıp olaylarında cinayet, insan öldürme suçunun zaman aşımını uyguluyor. Ve 20 yılda bu dosyalarda hiçbir gelişme olmuyor. Çünkü savcılar hiçbir talebimizi Kabul etmiyorlar ve dosyalar kapatılıyor. Oysa ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti Birleşmiş Milletler zorla kaybetmelere karşı sözleşmeyi imzalasa kayıp olaylarında zaman aşımı ortadan kalkacak. Bunu imzalamaması devletin bu konudaki politikasının aynen devam ettiğini gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.
“Örgütlenme özgürlüğünü hiçe sayan bir devlet yapısı var”
Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem milletvekilleri seçimlerinin Cumartesi Anneleri için büyük önem arz ettiğini dile getiren Keskin sözlerine şöyle devam etti;
“Çünkü şu anda son derece otoriter ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü hiçe sayan, kendi iç hukukuna ve imzaladığı uluslararası sözleşmelere hiçbir şekilde uymayan bir devlet yapısı var karşımızda. Tabii ki Cumartesi anneleri bir değişim istiyorlar ama bu değişimin bir devrim olmayacağını çok iyi biliyorlar. Onların da insan hakları yaklaşımı konusunda düşüncelerini çok yakından biliyoruz. Ama en azından bir süre bir rahatlama süreci olacak ve bu rahatlama sürecine herkesin çok ihtiyacı var”
“Büyük bir korku iklimi yaratıyorlar”
Türkiye'de şu anda egemen olan ötekileştirici, cinsiyetçi ve ırkçı milliyetçiliği temel alan, aynı zamanda homofobik ve transfobik yaklaşımda bir bakış açısı var” diyen Keskin, “Bu bakış açısından sadece Cumartesi anneleri değil, toplumun tümü ve özellikle kadınlar ve LGBTİ artı bireyler etkileniyorlar. Büyük bir korku iklimi yaratıyor. Kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bu nedenle de bu dilin değişmesi gerekiyor. Bu dilin değişmesi için de biz mücadelemize devam edeceğiz” değerlendirmesinde bulundu.
“Birçok etkinliklerimiz var”
17-31 Mayıs gözaltında kaybedilenlerin anısına konulmuş bir hafta olduğunu söyleyen Keskin, “İnsan Hakları Derneği Kayıplar Komisyonu ve Cumartesi Anneleri de bu hafta içinde birçok çalışmalar yaparlar. Tabii ki bu dönem aslında seçime denk geldiği için biraz daha aceleye gelen bir çalışma oldu. Ama yine de Cumartesi Anneleri eylemine ısrarla devam. Son gün Beşiktaş'ta bir etkinlik gibi birçok etkinliklerimiz var” ifadelerini kullandı.