Özel Haber: Deniz Dalgıç

Türkiye’de şiddet olayları, ekonomik krize ve makro düzeydeki şiddet diline paralel olarak günden güne artış göstererek bir sarmala dönüştü. Toros Üniversitesi Psikoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu, son zamanlarda yaşanan yüksek düzeydeki şiddet olaylarının siyasi bağlamdan ayrı tutulamayacağına dikkat çekerek, “Ben yaşadığımız bu kadar yüksek düzeyde şiddet olaylarının ve şiddetin bu kadar artmasının siyasi bağlamda makro düzeydeki şiddet dilinin, meclisteki vekillerin birbirine girmelerinin, birbirlerine son derece kötü davranmalarının bir yansıması olduğuna inanıyorum. Makro düzeydeki bağlam, mikro düzeydeki toplumsal ilişkileri büyük oranda belirler” dedi. Şiddet olaylarının bir diğer önemli boyunun ekonomik sıkıntılar olduğuna işaret eden Elbeyoğlu, “Ekonomik sıkıntılar ve insanların içinde biriktirdiği öfke toplumun diğer daha dezavantajlı kesimlerine doğru yayılan bir öfkeyle kendini boşaltma ihtiyacını hissediyor. Ne yazık ki bunun altında büyük oranda bu yatıyor. Dikkat ederseniz; ‘Göçmenler gitsin. Bunlar bizim ülkemizi sömürüyor. Onlar yüzünden biz fakirlik çekiyoruz’ gibi öfkenin yanlış yöneldiği gittikçe artan oranda bir şiddet sarmalın içine girmiş durumdayız. Bunun yer yer patlamalar şeklinde mahallelerde ortaya çıktığını görüyoruz” diye konuştu.

Toros Üniversitesi Psikoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu, son dönemde artan şiddet olaylarını ELİPS HABER’e değerlendirdi. Elbeyoğlu’na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şu şekilde:

“Şiddet, siyasi bağlamdan ayrı tutulamaz”

Son zamanlarda artan şiddet olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu olaylarının kaynağı nedir?

Şiddet, şiddeti besler. Ben yaşadığımız bu kadar yüksek düzeyde şiddet olaylarının ve şiddetin bu kadar artmasının siyasi bağlamda makro düzeydeki şiddet dilinin, meclisteki vekillerin birbirine girmelerinin, birbirlerine son derece kötü davranmalarının bir yansıması olduğuna inanıyorum. Makro düzeydeki bağlam, mikro düzeydeki toplumsal ilişkileri büyük oranda belirler.

“Şiddet herhangi bir nesne gözetmeksizin yaygınlaşmaya başladı”

Bunu Türkiye özelinde değerlendirecek olursak, son birkaç yıldır giderek artan şekilde bir şiddet sarmalı içerisinde bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Burada şiddetin yöneldiği objelere, nesnelere baktığımızda bunun öncelikle doğa, kadın ve çocuklar olduğunu görüyoruz. Fakat bu durum doğa, kadın ve çocuk dışında şimdi yaygın bir şekilde sokaktaki insanlara, gençlere artık herhangi bir nesne gözetmeksizin yaygınlaşmaya başladı. Tabii siz doğanıza yabancılaşıp, doğaya karşı şiddeti arttırdığınızda kendiniz de doğanızdan kopup o şiddet sarmanın içine giriyorsunuz. Dolayısıyla birbirini besleyen bir şekilde bu artıyor.

Esenyurt'taki şiddet olayıyla Akbelen’deki şiddet birbirinden bağımsız değil”

Ben Esenyurt'taki şiddet olayıyla Akbelen’de ağaçları korumaya çalışan insanlara gaz sıkan jandarmanın uyguladığı şiddetin birbirinden çok da bağımsız olmadığını düşünüyorum. Veya orada sırf madeni genişletmek için o ağaçlara uygulanan şiddetin de aslında buna kaynaklık ettiğini düşünüyorum. Bunların hepsini birlikte düşünmemiz gerekiyor. Bütün toplum son derece yoğun bir şekilde maddi kazanç ve bireysel çıkar peşinde diğerlerini kendinden daha güçsüz gördüklerini bir ezme ve onlar üzerinden bir çıkar, gelir ya da bir pozisyon elde etme gibi bir döngü içine girdi. Ben ne yazık ki böyle bakıyorum.

kamuran elbeyoğlu

“Şiddetin bir diğer önemli boyutu ekonomik sıkıntılar”

Yaşanan şiddet olayının ekonomik boyutu var mı? Hayat pahalılığının artması ve alım gücünün daralmasının insan psikolojisine yansıması nedir?

Bu da işin ikinci çok önemli boyutu. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki içinde bulunduğumuz dijital bir çağ. Her şey parmaklarımızın ucunda, alışveriş siteleri, reklamlar.... Elini bastın mı her şey parmağının ucunda ve senin olabilir ama hiçbir şey senin olamıyor. Kitleler, büyük bir yoksunluk içinde ve bu yoksulluk giderek artıyor. Öte yanda baktığınızda, insanlar inanılmaz lüks yaşamlar içerisinde. Reklamlar, sana ‘Gel bak hepsi senin olabilir’ diye sürekli pompalama yapıyor. Bu insanlarda sürekli öfke biriktiriyor. İnsanlar çocuğuna ekmek götüremiyor, çalışıyor ama asgari ücreti bile alamayan kitleler var. Asgari ücreti alsa bile o anında aldığı gibi gidiyor. Hiçbir şeye yetmiyor. Dolayısıyla bu büyük bir hınç ve öfke biriktir. Peki bu nereye çıkacak? Nerede boşalacak? Aslında bunun bu gelir adaletsizliğinden olduğunu içten içe bilmesine rağmen, buna karşı yapabilecek hiçbir şeyi olmadığı için, kendini orada son derece ‘güçsüz ve çaresiz’ hissettiği için bu öfke bir şekilde boşaltılmak zorunda. Ve ‘reaksiyon formasyon’ dediğimiz bir mekanizmayla kendinden daha güçsüzlere ve daha çabuk yönelebileceği nesnelere yöneliyor. Kime yöneliyor? İşte büfeciye yöneliyor. Sokaktaki atık toplayıcılar birbirine giriyor. Göçmenlere yöneliyor, göçmenlerin evini taşlıyor. ‘Göçmenler gitsin, bizim gelirimiz daha yüksek olacak’ diyor.

“Şiddet sarmalının içine girmiş durumdayız”

Dolayısıyla ekonomik sıkıntılar ve ekonomik olarak insanların içinde biriktirdiği bu öfke toplumun diğer daha dezavantajlı kesimlerini doğru yayılan bir öfkeyle kendini boşaltma ihtiyacını hissediyor. Ne yazık ki bunun altında büyük oranda bu yatıyor. Dikkat ederseniz, haberlere bakarsanız ‘Göçmenler gitsin. Bunlar bizim ülkemizi sömürüyor. Onlar yüzünden biz fakirlik çekiyoruz’ gibi öfkenin yanlış yöneldiği gittikçe artan oranda bir şiddet sarmalın içine girmiş durumdayız. Bunun yer yer patlamalar şeklinde mahallelerde ortaya çıktığını görüyoruz.

“Şiddetin tek ilacı adil ve demokratik bir düzen”

Şiddet olaylarının önüne geçmek için ne yapılması gerekiyor?

Hepsinin özünde, gerçek anlamda demokratik ve adil bir düzenin kurulması gerekiyor. İnsanlar adil davranılmadığını, adil bir şekilde gelirden pay almadığını, emeğinin karşılığını almadığını, yaptıklarının karşılığını görmediğini hissettiklerinde öfke duyarlar. Bu son derece doğal bir duygudur. Ve Türkiye'de gittikçe artan bir şekilde adaletsiz bir dünyanın içerisindeyiz. Emeğimizin karşılığını almıyoruz. Verdiğimiz gelirden adaletli bir şekilde yararlanamıyoruz. Dolayısıyla bir işe giriyorsunuz. Son derece yüksek puan alıyorsunuz. Mülakatta adaletsiz bir şekilde sizden daha az puan alan ama arkası daha sağlam olan birisi işe geliyor. Dolayısıyla insanlar hiçbir yerde ‘Bana adil bir şekilde bana davranılır’ gibi bir güven duygusunu duyamıyor. Toplumda müthiş bir güvensizlik var. Güvensizlik, şiddeti daha da arttıracaktır. Dolayısıyla bunun aslında en temiz bir şekilde tehdit edilmesini yolu toplumda güven duygusudur. Adil bir şekilde paylaşım yapılabileceği duygusunun yerleşmesi gerekiyor. Demokratik kanalların açılması gerekiyor. Facebook’ta basit bir paylaşım yaparken bile ‘Acaba bana ne olur?’ diye korkulursa olmaz. İnsan kendisini ifade edemediği bir ortamda ne yapabilir? O öfkeyi içinde atacaktır. Kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz ve ifade ettiğimizde bundan zarar görmeyeceğimize dair bir güvenin yerleşmesi gerekiyor. Adil ve demokratik bir düzen bunun tek ilacı.

Editör: Deniz Dalgıç