Haber: Sibel Yazıcı
Sanayileşmenin etkisiyle kırsal hayattan beton yığınları arasında yaşama geçiş hızlandı. Bu da beraberinde stresi getirdi. Doğadan uzaklaşan insan yavaş yavaş doğal hayattan bağımsız, tamamen yapay bir hayat sürmeye başladı. Küresel krizler, kısıtlı zaman, sürekli bir yerlere yetişmek için koşturmak ve daha birçok olumsuz duygu beraberinde stresi getiriyor.
Ama doğa ise bize adeta günümüzün bu telaşlı temposundan kaçıp nefes almak için bir fırsat sunuyor. Mevsim geçişlerinin izleriyle büyülenmenin, yağmuru teninizde hissetmenin ya da gün batımını seyre dalmanın verdiği o muhteşem his doğa tutkunlarının vazgeçilmezi.
Eğitmen, sporcu ve televizyon programı sunucusu Serdar Kılıç da ömrünü doğaya adamış bir isim. Çocukken dedesiyle başlayan doğa tutkusunu 2008 yılında ekranlara taşıyarak milyonların yakından takip ettiği bir programcı oldu. Kılıç, "Doğadaki İnsan" ve "Ulak" televizyon programlarıyla tanındı.
Yıllardır insan-doğa arasındaki mücadeleyi anlatan, yaptığı belgesellerle farklı coğrafyaları tanıtan Serdar Kılıç ile doğa tutkusu üzerine konuştuk.
“İnsan tabiatın bir parçasıdır, İnsanın manevi anlamda ona bağlı olduğunu hissetmek güzel bir duygudur”
Doğadaki İnsan" ve "Ulak" televizyon programlarınızla farklı ülkeler, bölgeler ve coğrafyaları keşfe çıkıyorsunuz. Doğa tutkunuz nasıl başladı?
Her bir insanın içerisinde doğa tutkusu vardır. Benim çocukluktan itibaren uyandı dedem sayesinde. Tabiat olmadan insan varlığı mümkün değil zaten. İnsan tabiatın bir parçasıdır. İnsanın manevi anlamda ona bağlı olduğunu hissetmek güzel bir duygudur. Bütün besin kaynağımız, yediğimiz, içtiğimiz, giydiklerimiz, araçlarımızın yakıtları dâhil ona borçluyuz. Çocukluğumda hep toprakla oynadık. Şimdiki gibi asfaltta betonda büyümedik. Dedemle dağlara gittiğim vakit milat aslında. Yaşadığı yüz yıllık hayatı içerisinde, doğayla olan halleri, basmaya kıyamıyorum sözleri ile aslında ne anlam taşıdığını hissettirmişti.
Doğada olmak size nasıl hissettiriyor?
Ruhsal ve psikolojik olarak beni güçlendirdiğini biliyorum, hissediyorum. Çocukluğumda hep eğlenerek tabiatta olurdum. Şimdi de eğleniyorum ama daha derinlerde. Yalnız başına neden gidiyorsun? diyerek beni eleştirenler var. Yalnız değilim aslında. Yalnız olmadığımı hissettim. Tabiat çok zengin. Toprağın üstündeki ve altındaki tüm varlıklarla görmesek de duyularımızla etkileşim halindeyiz. Doğada olduğum vakit kendimi daha güçlü hissediyorum.
“Kılıcı ne kadar örsle döversen ağzı o kadar keskin olur, her şeyi hazır verirseniz insan artık müşteri olmaya başlar, zayıflar”
Doğanın karşımıza çıkaracağı sürprizler olabiliyor, peki zorlukları neler?
Uyum sağlama zorlukları olabilir. O uyum sağlama işi de bugüne kadar getirdiği birçok deneyimi var. O insanlarla doğup büyüyorsanız daha kolay oluyor. Çok güzel bir coğrafya da yaşıyoruz. Dört mevsim var güneşlenme süresi çok iyi. Baharı, sonbaharı, kışı hissediyoruz. Kış, zorluk kelimesi anlamına gelir. Bu zorluklarda insana güzel tecrübeler katar. Kılıcı ne kadar örsle döversen ağzı o kadar keskin olur. Her şeyi hazır verirseniz insan artık müşteri olmaya başlar, zayıflar. Tabiatı ben zorluk olarak değil de eğitici, öğretici olarak görüyorum. Açlıkla mücadele noktasında hep tedarikli giderim. Gittiğim coğrafyada ne bulabileceğimi ne yapabileceğimi bilerek gidiyorum. Kriz olur, o krizi çözersiniz. İnsanın yazılımında bilgi yoktur, yaşayarak, görerek öğrenirsiniz. Aç kalma söz konusu değil bilinçli olduğumuz sürece.
“İnsanın meşguliyeti olursa aklı iyi çalışır, kolay ve hazır olarak önümüze geldiği zaman bizi bozuyor”
Sorunsuz geçen bir doğa yolculuğunuz var mı?
Aslında hep sorun ararım. Dervişlerin dediği gibi, “Allah derdini eksik etmesin.” Eksik malzemeyle giderim hep. Orada eksiği kendi becerilerimle nasıl malzemelerle örtmeye çalışırım. Bu da beni mutlu ediyor. İnsanın meşguliyeti böyle olursa aklı iyi çalışır. Kolay ve hazır olarak önümüze geldiği zaman bizi bozuyor. Şimdiki gençlerin birçoğu neler yapabileceğinin kaygısı içerisinde. Madde bağımlılığı arttı, alkol bağımlılığı arttı. Alışkanlıkları kötü yöne doğru gitmeye başladı. Ben öğrencilik yıllarımda hatırlarım yatmak için gece 10’u geçirmezdim. Sabah da çok erken kalkardım. Sağlık açısından çok önemli bir saat dilimi. Sınıfta oturup ders dinlemeyi pek sevmezdim. Uygulamalı dersler olunca bayılarak dinlerdim. Kapalı bir alanda saatlerce oturmayı sevmiyorum. Uygulayarak öğreniyorum. Tempom yoğun olduğu için yoruluyorum hala erkenden yatıyorum. Bedenini yormayan, aklını yormayan insan uyuyamıyor.
“Türkiye’deki biyoçeşitliliği korumak, kültürel değerlerimize sahip çıkmak gerekiyor”
Doğada en iyi yolculuk nasıl yapılır?
En iyi yolculuk hissederek, dokunarak olur. 97 ülke gezdim. Grönland’da 16 gün boyunca günde ortalama 14-15 saat boyunca sırtımda 25 kilo yükle yürüdüğüm zaman çok etkileyiciydi. Duyduğum tek ses kazın kanat sesleriydi. Göldeki buzlar çözülürken buzulların birbirine iterken çıkarttığı çıtırtıyı duyuyorsunuz müthiş bir ahenk. Yağmur Ormanları ayrı bir zevk onda olmak bir sürü canlı var. Bakın o kadar ses var ama sizi rahatsız etmiyor. Ama bir şehir de elektro manyetik alanda olduğu için rahatsız ediyor. Türkiye’de bir sürü biyoçeşitlilik barındırıyor. Bu çeşitliliği korumak, kültürel değerlerimize sahip çıkmak gerekiyor.
Yeni rotanız neresi olacak?
Ben daha çok doğaçlama gitmeyi seviyorum. Haritayı açıyorum gözümü kapatıyorum parmağım nereye gelirse oraya gitmeye çalışıyorum. Amazonlara gitmek istiyorum. O coğrafya da yaşayan insanların zorluklarını, kültürel değerlerini alıp bir ulak gibi aktarmaya çalışacağım.
Gençlere tavsiyeleriniz var mı?
Her fırsatta öğrendiklerini pekiştirebilecekleri imkânları bulmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü biz hep öğrendiklerimizi tabiatı taklit ederek öğreniriz. Bir çocuğa okuma yazmadan önce resim yapmayı öğretirsiniz. Yaptığı resimde hep gördükleri olur. Doğada olursa çocuk, geometri alanında, fizik alanında, bio çeşitlilik alanında kendini geliştirebilir. Bir böceğin içyapısını inceleyerek kendi hayatınızı kolaylaştıracak bir şeyler bulabilirsiniz. Mesela bir ayı kendi yarasını iyileştirmek için ağaçtan aldığı reçineyi kullanıyordu.