Özel Haber: Sümeyye Aksu
Suriye savaşının neden olduğu milyonlarca mülteci yanında, Rusya Ukrayna savaşı ve Afganistan’da güçlenen ve kontrol ettiği bölgeyi genişleten Taliban rejimi yeni bir göç dalgası ve yüzbinlerce yeni mülteci anlamına geliyor. Yeni mülteci hareketlerini karşılayacak bir sistem kurulamadığından bugün tüm dünyada; kuşatan ırkçılık, şiddet, yoksulluk ve bunlara bağlı hak ihlalleri giderek artmaya devam ediyor. Devletler, genel olarak hak temelli yaklaşımdan uzaklaşma ve güvenlikçi politikaları tercih etme eğiliminde olduklarından ihlaller önlenemediği gibi, giderek derinleşmekte ve hatta yeni yeni ihlal alanları ortaya çıkmaktadır.
İstismar ve cinayete dönüşüyor
Bu zorunlu göçler esnasında neredeyse her gün onlarla, yüzlerle ifade edilebilecek ölüm ve Kayıp haberlerine tanık oluyoruz. Cenazeleri bile bulunamayan bu insanların maruz bırakıldıkları durum sistematik bir istismar ve cinayete dönüşüyor. Zorbalıklarla devam eden bu zulüm, dünyanın gözleri önünde milyonlarca mülteciye, ölüm, sefalet ve trajedi yaşatılarak devam ediyor. Mülteci sayısında ve mültecilerin maruz bırakıldığı her türlü istismar ve yoksunlaştırma dâhil ölümcül sonuçlar üreten koşulların kötüleşmesinde yeni rekorlar kırılıyor.
Aylan Kurdi mültecilerin dramının sembolü haline geldi
Giderek daha fazla sayıda göçmen ve mülteci Avrupa’ya ulaşmak için deniz yolculuğuna elverişsiz tekneler ve plastik botlarla risk alıyor. Bu tehlikeli geçişe girişenlerin büyük çoğunluğu, uluslararası korumaya muhtaç, savaştan, şiddetten ve baskıdan kaçan insanlar oluşturuyor. Ege'yi geçmeye çalışırken annesi Rihan ve ağabeyi Galib ile birlikte batan botta ölen 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin sahile vuran cansız bedenini gösteren fotoğraflar mültecilerin dramının bir sembolü haline geldi.
Yerinden edilmiş kişilerin sayısı 108,4 milyona ulaştı
Uluslararası Göç Örgütü Raporuna göre, 2022 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki göç yollarında yaklaşık 3 bin 800 kişinin hayatını kaybettiği bilgisi verildi. Açıklamada; “Can kayıpları 2021 yılına göre yüzde 11 oranında artmış durumda ve denizde hayatını kaybedenlerin yüzde 84’ünün kimliği belirlenemedi” denildi. UNHCR’nin Zorla Yerinden Edilmeye İlişkin Küresel Eğilimler 2022 raporuna göre ise, 2022 yılı sonu itibarıyla savaş, zulüm, şiddet ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yerinden edilmiş kişilerin sayısı şimdiye kadar ki en büyük artışı göstererek bir önceki yıla göre 19,1 milyon artışla 108,4 milyona ulaştığı belirtildi.
Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Dr. Yıldız Önen, dünyada sığınmacı ve mültecilerin maruz bırakıldıkları durumlar ve İngiltere’deki yüzer kamplarla ilgili Elips Haber’e açıklamalarda bulundu.
“İngiltere’deki bu uygulama demokrasinin ayıbı olarak tarihe geçecek”
‘Yüzer kampa gönderilen bir İranlı mültecinin dediği gibi hapishanelere girmemek için siyasi baskılardan kaçan insanları denizle çevrili hapishanelere mahkûm ediyorlar’ diyen Dr. Yıldız Önen “Demokrasinin beşiği olarak kendini tanıtan İngiltere’de bu uygulama demokrasinin ayıbı olarak tarihe geçecek. İngiltere hükümeti bir süredir mültecilik başvurusu yapanları ne yapacağını şaşırmış durumda” dedi.
“Avrupa’da yayılmasını engellemeye çalışmalıyız”
Hükümetin bu uygulamasına karşı çıkan ırkçılık karşıtı grubun, “nefret politikalarının” ve mültecilere uygulanan bu ayrımcılıkların sonucunda pek çok olumsuz durum yaşanabileceğini belirttiklerini söyleyen Dr. Önen sözlerini şöyle sürdürdü;
“En ufak bulaşıcı bir hastalık binlerce mültecinin ölümü ile sonuçlanabilir. Kölelik dönemi köle ticareti yapanların gemilerine benzeyen gemiler inşa ediyorlar. Sonuçları aynı olabilir. Nasıl kölecilik İngiltere tarihine kara bir leke olarak geçtiyse bu yüzer kamplar da öyle geçecek. İngiltere’deki bu ırkçı uygulama bir süredir Avrupa’ya yayılan mültecilere karşı ırkçı uygulamaların en kötüsü. İngiltere’deki ırkçılık karşıtları ile tüm ırkçılık karşıtları, göçmenlerle dayanışmak isteyenler olarak bu olayı protesto etmeliyiz. Avrupa’da yayılmasını engellemeye çalışmalıyız”
“Günah keçisi olarak mültecileri gösteriyorlar”
Dünya’da 1930’lardan daha kötü bir ekonomik kriz yaşandığını ve ekonomik krizin daha da derinleşmeye başladığına dikkat çeken Dr. Önen, “2008’de başlayan ekonomik kriz gittikçe derinleşiyor. Bu krizin derinleşmesinin sebebi kapitalizmin kar hırsı, ama özellikle sağcı hükümetler krizin suçlusu olarak göç etmek zorunda kalan insanları göstermeye çalışıyorlar. Kendi vatandaşlarına gerçek sorumlu olarak kendilerini göstermek yerine “günah keçisi” olarak mültecileri gösteriyorlar. Bana sorarsanız 20.yüzyılın başında günah keçisi ilan edilen Yahudilerin yerini 2020’lerde göçmenler aldı. Hem en ağır işlerde en zor yaşam koşullarında yaşayanlar onlar hem de tüm sorunları kaynağı olarak onlar gösteriliyorlar. Hükümetler zamlardan, kötü yönetimlerden şikâyet edenlerin önüne yem olarak göçmenleri atıyor” ifadelerini kullandı.
“Bu insanların bu hale gelmesinin sebebi AB üyesi ülkeleri”
AB üyesi hükümetler için savaş ve diğer baskılardan kaçan insanların bir öneminin olmadığını vurgulayan Dr. Önen, “Halbuki bu insanların bu hale gelmelerinin sebebi AB üyesi ülkelerin yönetimleri. Suriye’deki savaşın taraflarına baktığımızda, şu anda Suriyeliler başta olmak üzere göçmenleri uzak tutmaya çalışan bütün ülkeleri görürüz. Afganistan’daki 20 yıllık savaşta yine Almanya, İngiltere başta olmak üzere bu ülkelerin askerleri NATO şemsiyesinde Afganistan’da görev yaptılar. İngiltere Amerika ile 2003’te Irak’a saldırdı. Sözde demokrasi götüreceğiz diye girdikleri ülkelerde yarattıkları koşullar yüzünden milyonlarca insan öldü, milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı. Şimdi de bu insanların yüzlerine kapıları kapatmaya çalışıyorlar. Sorunun sorumluluğunu üstlenmemeye çalışıyorlar” değerlendirmesinde bulundu.
“İnsan haklarına aykırı pek çok uygulama yürürlüğü sokulmaya çalışılıyor”
Devletlerin geliştirdikleri sınır ve mülteci politikalarıyla insan haklarından uzaklaştıklarını kaydeden Dr. Önen, “1951’de yürürlüğe giren BM sözleşmesine göre mülteci, "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan, bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi"dir. Bu sözleşmeye imza atan herkes ülkesine sığınan kişileri kabul etmek ve gerekli koşulları yerine getiriyorsa mülteci statüsü vermek zorunda iken son yıllarda bu sözleşmenin uygulanmaması için insan haklarına aykırı pek çok uygulama yürürlüğü sokulmaya çalışılıyor” diye konuştu.
“Ana akım medyada ayrımcı ve ırkçı bir yaklaşım var”
Özellikle ana medyada mülteciler hakkında ayrımcı, zaman zaman ırkçı bir yaklaşım olduğunu söyleyen Dr. Önen sözlerini şöyle sürdürdü;
“En son Ukrayna savaşı sırasında gelen Ukraynalılar için bir batılı gazetecinin “bunlar bizim gibi beyaz, modern insanlar” demesi bu yaklaşımın en kötü örneklerinden biri. Türkiye’de medyada ayrımcı ve ırkçı uygulamaları çok görüyoruz. Türkiyeli biri suç işliyor, bu Suriyeli olarak lanse edilip linç girişimleri başlatılmaya çalışılıyor. Halbuki Suriyelilere dönük cinayet gibi suçlar bile medyada yer almıyor. Köşe yazarları bizim doğru bilinen yanlışlar diye tanımladığımız yanlış bilgileri doğru kabul edip pek çok yazı yazıyorlar. Zengin turistler Suriyeli diye tanıtılıyor. Daha sayısız uygulama görüyoruz. Ufak bir alanda mülteci hakları savunuluyor. Bunlara da yoğun saldırı oluyor. Suriyeliler ile ilgili tek iyi bir şey yazsanız yüzlerce yorum ile sizi linç etmeye kalkıyorlar”
“AB ile imzalanan geri gönderme anlaşması sona erdirilmeli”
“Türkiye BM sözleşmesine maalesef şerh koyarak imza atmış” ifadesini kullanan Dr. Önen sözlerini, şöyle tamamladı;
“Suriyeliler için Geçici Koruma Yönetmeliği uygulaması düzenlendi. 2011 yılından beri burada olan insanlar için geçici koruma yönetmeliği olması çok olumsuz sonuçlar yaratıyor. Suriye’de savaşın bitmediği, güvenli bir ülke olmadığı BM ve diğer uluslararası kurumlar tarafından defalarca açıklanmasına rağmen Türkiye, Suriyeliler konusunda uzun vadeli bir program oluşturmaya yanaşmıyor. Acilen Suriyelilerin hukuki statüleri düzenlenmeli. Geçici koruma yönetmeliği kalıcı bir çözüme uygun olarak değiştirilmeli. Zorla geri gönderme uygulamaları durdurulmalı.
AB ile imzalanan geri gönderme anlaşması sona erdirilmeli, Suriyelilerden AB’ye gitmek isteyenler için gerekli koşullar oluşturulmalı. Ayrımcılık ve ırkçılık cezalandırılmalı. İşyerlerinde, okullarda Suriyelilere dönük kötü uygulamalar cezasız kaldıkça bunların oranında bir artış oluyor. Neredeyse her gün yeni bir olay olmaya başladı. Cezasızlık suçları artırıyor. Okullarda öğrencilerin eğitime katılabilmesi için ana dilde eğitim, destek programları devam etmeli. Daha önce AB fonları ile sağlanan tercüman, Suriyeli öğretmen desteği devam etmeli. Doktor, akademisyen, öğretmen vs gibi vasıflı Suriyeliler istihdam edilmeliler”