Dünya liderlerine ev sahipliği yapan  200 yıla yakın geçmişe sahip OXFORD Union’a davet edilen  Ali Babacan, Türkiye halkının güçlü bir demokratik sisteme olan sarsılmaz iradesi olduğunu vurguladı. Babacan, Gazze,  Suriye’deki gelişmeler, Avrupa’daki değişimlere ilişkin de düşüncelerini açıkladı.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kraliçe Elisabth’den ABD Başkanları, Başbakanlar dahil dünyayı yöneten isimlerin davet edildiği OXFORD Union’da Türkiye ve dünyadaki gelişmelere ilişkin mesajlar verdi. Geçtiğimiz hafta gittiği Londra’da seçkin katılımcı kitlesine seslenen Babacan şunları söyledi:

Ömer Çelik: Biz kaybettiğimiz canların tarafındayız Ömer Çelik: Biz kaybettiğimiz canların tarafındayız

“Türkiye’nin kaderi seçmenin elinde”

““2023 ve 2024 yılları Türkiye için seçim yıllarıydı. 2023 genel seçimleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kıl payı farkla kazanmasıyla sonuçlandı. 2024 yerel seçimleri ise muhalefetin açık bir zaferiyle neticelendi. Bu seçimler, demokratik uygulamalarımızdaki sorunlara rağmen, Türk halkının sandığa olan inancını sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Bu sayede ülkemizin kaderinin hâlâ vatandaşlarımızın elinde olduğunu ve değişimin oy verme gücüyle yaratılabileceğini yeniden görmüş olduk. Seçimlere katılım konusunda her zaman dünyanın en ön sıradaki ülkeleri arasında yer alıyoruz. Halkımızın güçlü bir demokratik sisteme olan sarsılmaz bir iradesi var. Bizler de DEVA Partisi olarak bunu başarmak için yılmak bilmeden çalışıyoruz.”

AB, Türkiye’ye niye hayır dedi?

“Türkiye’nin tam Avrupa Birliği üyeliği müzakereleri, 2003 ve 2004 yıllarında Kopenhag siyasi kriterlerini yeterli düzeyde karşıladıktan sonra, 2005 yılında başlamıştır. Ben de Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği Başmüzakerecisi olma şerefine nail oldum. 2003 ile 2006 yılları arasında, Türkiye’nin AB’nin talep ettiği reformları hızlı ve etkili bir şekilde uygulayabileceğini kanıtladık. Bu reformlar, Türkiye’nin yönetim modelini ileriye taşıyarak vatandaşlarımız için daha yüksek yaşam standartları sağladı. Ancak bu süreç, esasen siyasi nedenlerle ivme kaybetti. Maalesef bazı ülkelerden engellemelerle karşılaştık. 2000’lerin ilk on yılında gördük ki, AB’nin ‘hayır’ demesinin sebebi sadece Türkiye’nin demokrasiye dair gelişme düzeyi değildi. AB’nin, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan demokratik bir ülkeyi kabul etme konusundaki isteksizliği de bu cevabın bir parçasıydı. Üstelik, Almanya ile eşit nüfusa sahip, iddialı bir dış politika ve güvenlik politikası güden bir ülkeyi benimsemekte zorlanıyorlardı.”

 “Gazze, batı ahlakının mezarı oldu”

 “İsrail Başbakanı, insanlığa karşı işlediği suçlardan ötürü Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından aranıyor. Bizzat İsrail Devleti de Gazze’de soykırım yapıldığı gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanıyor. Bunlar, bir ülkenin ve liderinin karşı karşıya kalabileceği en ciddi suçlamalardır. Uluslararası toplum, İsrail ve Netanyahu söz konusu olduğunda bu gerçeği aklında tutmak zorundadır. Bu bağlamda ahlaki bir netliğe ihtiyacımız var. Uluslararası toplum, Rusya’nın saldırganlığına ve uluslararası hukuku ihlaline karşı Ukrayna ile güçlü bir dayanışma içinde durdu. Doğru olan da buydu. Ancak söz konusu İsrail hükûmetinin Filistinlilere karşı savaşı olduğunda, açıkça bir çifte standart sergilendi. Bu son derece endişe verici

 Ukrayna’daki işgale karşı çıkarken Filistin’deki işgali desteklemek de, buna sessiz kalmak da kabul edilemez. Ahlaki netliğe sahip olmak, ‘işgal’ kavramına, işgal edenin ya da işgal edilenin kim olduğuna bakılmaksızın karşı çıkmayı gerektirir. Batı, ‘kurallara dayalı uluslararası sistem’ anlayışının gelişimine öncülük etti. Batı’nın jeopolitik meselelerdeki en değerli varlığı olan ahlaki üstünlüğünü bu anlayış tesis etti. Ancak bir zamanlar yüceltilen Batı değerlerinin; yani insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğünün, Batılı hükûmetlerin kendi eliyle yok edildiğini görmek çok üzücü. Artık bu hükûmetlerin hukukun üstünlüğünü ve uluslararası mahkemelerin süreçlerini destekleyip desteklemeyeceğinden emin olamıyoruz bile. Gazze, yalnızca isimsiz ve masum çocukların mezarlığı değil, aynı zamanda Batı’nın ahlaki üstünlüğünün de mezarı oldu.”

“Bir gün Filistinliler de Suriyeliler de özgür gururlu vatandaş olarak yaşayacaklar”

“Suriye için istediklerimiz, kendimiz için istediklerimizle aynı: Hukukun üstünlüğünü gözeten, demokratik ilkeleri benimseyen, toplumsal çeşitliliğini kucaklayan ve vatandaşlarına refah vadeden bir ülke. Suriye halkı, korkunç bir diktatörden kurtuldu. Bangladeş’te insanlar demokrasi talepleriyle sokaklara çıkıyor. Güney Kore’de parlamento ve gençler, sıkıyönetim ilan ederek tek adam rejimi kurmak isteyen bir devlet başkanına ‘Dur’ dedi. Şundan kuşkum yok: Bir gün Filistinliler de özgür ve gururlu vatandaşlar olarak yaşayacakları kendi devletlerine sahip olacaklar. Bir gün Suriyeliler din, mezhep, siyasi görüş ve etnik köken fark etmeksizin köklü bir demokraside yaşayacaklar. Bir gün Batılı yönetimler, kendi halklarının sesini duyacak ve İsrail’e verdikleri tam desteği yeniden değerlendirecekler. Ve bir gün, Türkiye hak ettiği yönetime kavuşarak dünyada yeniden bir gurur kaynağı olacak.”

Kaynak: Haber Merkezi