Dursun ERKILIÇ
Cumhuriyet’e giden zorlu yolda çok çile çekildi. Bu çile; kimi zaman “Han Duvarları”nda acılı bir gurbet türküsüne dönüştü, kimi zaman bir “Yaban”ın ızdırabını yansıttı.
Şerife Bacılar, Nene Hatunlar ve Anadolu’nun fedakar tüm anaları-bacıları cephe yollarında ter dökerken; yaşlı-genç herkes düşmana karşı ölümüne bir direnişin destanını yazıyordu.
Hiç kimse, Kurtuluş mücadelesini başarı ile tamamlayan Birinci Meclis’i, Cumhuriyet’i ilan eden İkinci Meclis’i, hayatları pahasına tarihin akışını değiştiren Mustafa Kemal Atatürk ile arkadaşlarının mücadelesini küçük görme veya göz ardı etme yanlışlığına düşmemelidir. Çünkü 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet onların eseridir.
İstanbul’un işgalinden başlayıp bugüne gelelim
16 Mart sabahı İstanbul’un işgal edilmesi, Meclis-i Mebusan’ın kapatılarak bazı milletvekillerinin tutuklanması, bazılarının da sürgüne gönderilmesi vaziyeti iyice vahimleştirmişti.
Sivas Kongresi’nin gereği ve Atatürk’ün büyük gayretleri sonucu, Türk Milletinin yeni Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü öğleden sonra toplandı. Sürgündeki milletvekilleri ile yeni seçilen milletvekillerinin oluşturduğu Meclis’in görevi Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak ve Bağımsız yeni Türk Devletini tüm dünyaya kabul ettirmekti.
Sevr’den Lozan Barış Antlaşmasına uzanan süreç
2 Mayıs 1920’de Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kurulan ilk kabine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını aldı.
Sevr Antlaşmasını ortadan kaldıran Lozan Barış Antlaşmasına kadar uzanan süreçte Türk halkı çok büyük acılar çekmesinin yanında dünyaya parmak ısırtan zaferlere de imza attı.
Arapların yaşadığı toprakları sömürge haline getiren, İzmir’i Yunanistan’a bırakan, Doğu’da bağımsız bir Ermenistan öngören, İtalyan ve Fransızlara nüfuz bölgeleri veren, kapitülasyonları olduğu gibi bırakmak başta olmak üzere; Türkiye’nin ve Türk Milletinin ipini çeken Sevr’den; bağımsız yeni Türk devletinin kabulünü sağlayan Lozan Barış Antlaşmasına ulaşmak kolay olmadı.
Emperyalistlerin işgal ettiği her yerde destan yazıldı
Maraş’ta, Antep’te, Urfa’da destan yazan Türk Milleti; İnönü ve Sakarya meydan muharebeleri ile istikbali ve istiklali konusunda ne kadar kararlı olduğunu gösterdi. Hele, 26 Ağustos’ta başlayan ve Atatürk’ün 1 Eylül 1922’de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emriyle, peş peşe; Afyon, Eskişehir, Bursa ve İzmir’i kurtaran Mehmetçiğin Çanakkale önlerine dayanması ile sonuçlanan Büyük Taarruz; aynı zamanda, Türkiye topraklarında hiçbir işgalci emperyalist gücün kalmadığını gösteriyordu.
Özetin özeti olarak verdiğimiz bu gelişmeler, Türk Milleti’ni gerçekten de bir ateş çemberinden geçirmiş; nice ocakları söndürmüş, nice acılara yol açmıştı. Yine de son sözü söyleyen ve zafere ulaşan bu çileli Millet olurken; işgalci emperyalistler ve onların uşağı Yunanlılar arkalarına bile bakmadan kaçmak zorunda kalmıştı.
Sıra gelmişti Cumhuriyeti ilan etmeye...
Birinci Meclis olağanüstü şartların oluşturduğu ve o şartlara göre belirlenmiş kurallarla işleyen bin yapıya sahipti. Kurtuluş Savaşı tamamlanıp, topyekun bir yeniden yapılanma yolunda bu Meclis’in yeterli olması mümkün değildi. Zaten, üyelerini Meclis içindeki milletvekillerinin tek tek seçtiği bir hükümet şekli de yasama faaliyetlerini aksatıyordu.
Ali Fethi Okyar başkanlığındaki İcra Vekille Heyeti istifa etmiş, ülke hükümetsiz kalmıştı. Her grup ya da milletvekili kendi adayının seçilmesinde ısrar ediyor, bu da bunalıma yol açıyordu.
Kurtuluş mücadelesi için yola çıktığı ilk günden beri, kurulacak yeni devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olması gerektiğini kafasına koyun Atatürk harekete geçer. 28 Ekim 1923’te yakın çalışma arkadaşları; Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa, müstafi hükümetin başbakanı Fethi Bey, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize Milletvekili Fuat Bey ve Afyon Milletvekili Ruşan Eşref ile Çankaya Köşkü’nde toplantı yapan Mustafa Kemal Atatürk; hükümet üyelerinin teker teker milletvekilleri tarafından seçilmesinin sakıncalarını dile getirir ve “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek toplantıyı bitirir.
“Türkiye Devleti’nin hükümet biçimi Cumhuriyettir”
Nutuk’ta, “Orada bulunan arkadaşlar hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık. O dakikadan başlayarak izlenecek yöntem için bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim” diye bahsettiği toplantı sonrasında, baş başa kalan İsmet İnönü ile Atatürk, 1921 Anayasası’nın birinci maddesinin sonuna, “Türkiye Devleti’nin hükümet biçimi Cumhuriyettir” ifadesini ekleyen değişiklik tasarısını hazırlar. Ayrıca, Anayasa’nın 8 ve 9. maddelerine de “Cumhurbaşkanı, Başbakan’ı Meclis üyeleri arasından seçer. Öbür bakanları da Başbakan Meclis üyeleri arasından seçer, sonra da hepsini Cumhurbaşkanı Meclis’in onayına sunar” eklemesini yaparlar.
29 Ekim 1923 günü CHF Yönetim Kurulu’nda tartışılan önerge Meclis’e gelir. Ateşli tartışmalar yaşanır. Milletvekillerinden bir bölümü Cumhuriyet ilanına karşıdır. Bu arada söz alarak Meclis kürsüsüne çıkan İstanbul Milletvekili Abdurrahman Şeref Bey konuşmasının bir yerinde şöyle der:
“Hükümet şekillerini saymaya gerek yok. Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir dedikten sonra kime sorarsanız sorunuz bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad bazılarına hoş gelmezmiş. Varsın gelmesin.”
Yapılan diğer konuşmaların ardından kabul edilen değişiklik teklifi Anayasa Komisyonu’na havale edilir. Saat 18.40’da Çorum Milletvekili İsmet Bey’in başkanlığında toplanan TBMM, değişiklik teklifinin hemen görüşülmesini kabul eder. Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey kürsüye gelerek raporu okur ve görüşmelere geçilir. Çevresinde sevilen ve sayılan bir isim olan Antalya Milletvekili Rasih Bey söz alarak, “Cumhuriyet din bakımından da en olumlu hükümet şeklidir” demesi ayakta alkışlanır.
“Yaşasın Cumhuriyet” çığlıkları arasında…
Saatler 20.30’u gösterirken yapılan oylamanın sonucu Cumhuriyet rejiminin kabulü yönündedir. “Yaşasın Cumhuriyet” çığlıkları arasında bir coşku seline dönüşen TBMM, bu oylamadan 14 dakika sonra da Mustafa Kemal Atatürk’ü Cumhurbaşkanı seçerek, ilelebet payidar olacağı yolda önemli bir güvenceye de kavuşur.
Türk Milleti kan ve gözyaşı ile suladığı bağımsızlık mücadelesini Cumhuriyet ile taçlandırmıştır artık.
Bir daha bağımsızlık savaşı vermenin nelere mal olacağını çok iyi bilen Atatürk, Cumhuriyet’i gençlere emanet ederken; ülkenin geleceği olan gençlerin aynı zamanda Cumhuriyetin de teminatı olacağını biliyordu.
Bu şuur içindeki Türk gençliği 101. kuruluş yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin yılmaz bekçisi ve tavizsiz savunucusudur. Bunu her vesile ile göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir.