Aydınlık gazetesi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in 25 yıl önce 'Kürt sorunu' ve çözümü ile ilgili Abdullah Öcalan'a gönderdiği mektubu yayınladı.

Öcalan'a gönderilen mektupta şu ifadeler yer alıyor:

"Sayın Abdullah Öcalan,

Avukatlarınız selamlarınızı getirdi ve önümüzdeki süreçle ilgili görüşlerimi sordular. Onlara anlattıklarımı, Türkiye'nin bağımsızlık ve birliği için duyduğum sorumluluk gereği, ayrıca size yazmayı yararlı gördüm.

Yaşanan süreçte geleceği belirleyecek kritik noktaya, öncelikle dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye’nin demokratik devrimi ile Avrupa Birliği’yle bütünleşme projesi, birbiriyle bağdaşmaz. Bu iki program ve iki programı temsil eden kuvvetler, nesnel olarak cephe cepheyedir. Ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi’ni savunan demokrasi kuvvetleri ile Batı kuvvetleri arasındaki çelişmenin önümüzdeki kısa ve orta sürede çok daha derin çatışmalara yol açması kaçınılmazdır.

Kemalist devrim vurgusu

Türkiye’de demokrasi, Kemalist Devrim’i tamamlayacak kuvvetlerin eseri olacaktır. Batı’nın büyük devletleri ise, bugün demokrasi sürecinin karşısındaki en büyük engellerdir. Özellikle ABD ve ikincil olarak Avrupa Birliği, Türkiye demokratik devriminin önünü kesen başlıca kuvvetlerdir. Onlar, Türkiye'yi demokrasiye zorlamıyor; tam tersine demokrasinin biricik çerçevesi olan ulusal devleti yıkıma uğratarak, demokrasiyi imkânsız hale getirmek istiyorlar. Dayattıkları bölge polisi misyonu ve neoliberal ekonomi, demokrasi benzeri bir rejimde bile uygulanamaz. Bayar-Menderes'lerden Özal ve Çiller gibilere kadar işbirliği yaptıkları kuvvetlere bakarsak bunu çok daha iyi görebiliriz. Öte yandan onların "Kemalist Devrim'in kazanımlarını yıkma" pratiklerini göz önünde tuttuğumuz zaman da, hedeflerini çok iyi anlarız.

"Demokrasi ve insan hakları" veya "Kopenhag kriterleri" dedikleri program, bir demokrasi programı değil, fakat tıpkı Irak ve Yugoslavya'ya karşı yaptıkları gibi parçalama ve denetim altına alma siyasetinin araçlarıdır. Sürece ülkemiz açısından bakarsak, ABD ve Avrupa, Türkiye'den tek bir şey istiyor: "Kriz bölgelerinde müdahale gücü" rolünü üstlenmesi. Bu misyonu kibar bir ifadeyle "Batı için güvenlik üretmek" diye özetleyenler de vardır.

Dayatma hizmeti

Kopenhag kriterleri falan, hepsi bu dayatmanın hizmetindedir. Nitekim Türkiye AB aday üyeliğine kabul edilince, Alman hâkim güçlerinin Die Welt gazetesi, olayın esas anlamını şöyle saptamıştır: "Türkiye, AB aday üyeliğini kabul etmekle, evlatlarının canını büyük maceracı müttefik uğruna feda etmeye hazır olduğunu göstermiştir." (Die Welt, 18 Aralık 1999) Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye'nin Avrupa kapısında denetim altına alınması, ABD'nin politikasıdır.

Economist dergisi ise, Türkiye'nin aday üyeliğinin tarihsel süreç açısından ne anlama geldiğini açıkça belirlemiş, olayı "Kemalizmin sonu" başlığıyla duyurmuştur. AB aday üyeliği ile Kemalist Devrimi tamamlamak iki karşıt süreçtir.Herkesin önüne şu soruyu koyması gerekiyor: Mehmetçiği Batı'nın güvenliği için kriz bölgelerine süren bir rejim, demokratik olabilir mi?

Perinçek, Öcalan’la yaptığı söyleşileri 2000’e Doğru Dergisi’nde yayınlamıştı. Devlet Güvenlik Mahkemesi, söyleşilere yönelik açılan ceza davaları hakkında takipsizlik kararı vermişti. Ardından Türk Ordusu, Perinçek’in söyleşisini Doğu ve Güneydoğu’da helikopterlerle dağıtarak okunmasını sağlamıştı.

İkinci bir soru daha: IMF reçetesi gereği, köylüye destek akçalarını kaldırarak Türkiye tarımını çökerten ve özelleştirme yoluyla bir milyondan fazla işçiyi sokağa atacak ve SSK'ları tasfiye edecek bir rejim, büyük çoğunluğa şiddet uygulamak dışında bir tercih hakkına sahip midir?

İç piyasayı bile yabancı hipermarketlere teslim eden bir rejim, esnaf ve tüccarı tasfiye ederken, aynı zamanda onlara özgürlük verebilir mi?

"Kopenhag kriterleri" içinde, işçiye, köylüye, esnaf ve zenaatkâra, ulusal sanayici ve tüccara insaf yoktur.

Bunlar, ulusal devletin dayandığı sınıflardır. Avrupa Birliği sürecinde daha ağır baskılarla dayatılan program, özgürlüğü ezici çoğunluk için imkânsız hale getirmekte, halka şiddet uygulanmasını ise zorunlu kılmaktadır.

En büyük yanılgı

Bu programın, "azınlık mezhep ve milliyetlere özgürlük" vaat etmesine kanmak, en büyük yanılgı olur; uygulandığı her yere, kanlı boğazlaşmalar getirdiği apaçık ortadadır. Kuzey Irak Kürtlerinin durumuna, Boşnakların şeriatçı bir rejim altına düşmesine, Çeçenlerin perişan haline ve Kosovalı Arnavutların ABD bayraklarıyla yürümelerine göz atmak, Batı'nın "insan hakları" programı hakkında yeterli fikir verir. Kaldı ki, olaya dünya ölçeğinde baktığımız zaman, milliyet ve mezhep çatışmaları, her yerde emperyalizmin ya- yılma politikasının aletidir.

Batı'nın küreselleşme programının halka maliyetinin çok ağır olduğunu görmekle birlikte, "nasıl olsa başarılı olacak, biz de bu projeyle bütünleşelim ve üstte kalanların yanında olalım" diye düşünüldüğü de oluyor. Bu, çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye, kesinlikle Avrupa Birliği ile bütünleşmeyecek, yeni oluşan dünya dengelerinden yararlanarak bağımsız ulusal devletini koruyacak ve demokratik devrimini tamamlayacaktır. Bütün olgular bu yöndedir.

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmak bir yana, önümüzdeki üç-beş yıllık süreç içinde cephesini Batı'dan gelen baskılara dönmek zorunda kalacağı kesindir.

Hem ABD ve Avrupa, hem de Türkiye'nin Kemalist Devrim rotasındaki ulusal kuvvetleri, ülkemizin Avrupa Birliği'yle bütünleşmeyeceğini biliyorlar ve ona göre mevzileniyorlar. Bunu saptamak için, Avrupa Birliği'ne Aday Üyelik Protokolü'ne bakmak bile yeterlidir. Orada, taraflar arasında dört yıl içinde bir anlaşmaya varılmazsa, Kıbrıs ve Ege sorunlarının La Haye Adalet Divanı'nda çözüleceği yazılıyor. Eğer Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle bütünleşeceği varsayılsa idi, bu tür hükümlere gerek görülmeyecekti. Çünkü Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye, o zaman Avrupa Birliği içinde birleşecek ve aralarında ne Ege kıta sahanlığı sorunu, ne de Kıbrıs sorunu kalacaktı. Herkes bilmektedir ki, süreç bu yönde değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ı da içine alan Avrupa, Protokol'a bu hükümleri koyarak, aslında gelecekte kendisi ile Türkiye arasındaki sorunlarda, La Haye Adalet Divanı'nı yetkili kılarak bir mevzi kazanmayı planlamıştır. Kıbrıs ve Ege kıta sahanlığı, önümüzdeki dönem Türkiye ile Yunanistan arasındaki değil, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sınırı belirleyecek anlaşmazlık konularıdır.

ABD açısından ise, mesele, Doğu Akdeniz'e hükmetmek için Kıbrıs'ı sorunsuz bir üs haline getirmek ve ayrıca Türkiye'nin bütün çıkış yollarını denetim altında tutmaktır. Dahası ABD, Türkiye'yi Kıbrıs ve Ege üzerinden sıkıştırıp Kuzey Irak'ta teslim alma politikası izlemektedir.

Türkiye yöneticileri ise, ne yazık ki, ulusal devlet perspektifini yitirerek, böyle bir Protokol'a imza atmışlardır. Bir kısmı ise, Batı'yı bir süre daha oyalama ve zaman kazanma anlayışı içindedir.

Ancak bu sorunların La Haye Adalet Divanı'na gitmeden, yani dört yıl geçmeden, önümüzdeki kısa dönemde alevleneceği kesindir. Nitekim işte alevlenmeye başlamıştır bile. Önce İran'a düşmanlık kampanyası, arkasından Ege Ordusu'nu kaldırma önerileri ve hatta Türkiye'nin kıta sahanlığına ilişkin ihlalleri "savaş sebebi" saymaktan vazgeçmesi yolundaki görüşler, birbiri peşi sıra piyasaya sürülmüştür.

Üç cephede karşı karşıya geldi

Türkiye, ABD ve Avrupa ile üç cephede karşı karşıya gelmiştir: Kuzey Irak, Ege ve Kıbrıs. İşbirlikçi medyanın ortada dolaştırdığı lafların kıymeti harbisi yoktur. Türkiye'nin her üç cephede de direneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu direnmenin ulusal birikimi olduğu gibi, dünya koşulları da elverişlidir.

Rusya, Çin, Hindistan, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, İran ve bütün Asya bir blok oluşturmaktadır. ABD, Avrasya kayasına çarpmıştır. Batı uygarlığı çürümekte ve dağılmaktadır. Asya ise dinamiktir ve önüne geçilemeyen bir yükselişin içine girmiştir. Türkiye Avrasya bloku ile Batı arasındaki dengeleri çok iyi değerlendirebilir ve kendisi için çok geniş bir manevra ve bağımsızlık alanı açabilir. Bütün sorun, bağımsız iradeye sahip bir Cumhuriyet Devrimi iktidarının kurulmasındadır.

Batı ile potansiyel çatışma unsurları, yalnız Kıbrıs, Ege ve Kuzey Irak'ta değil, iç cephede de ciddidir. Batı Türkiye'ye, Aydınlık'ta defalarca haber konusu olduğu üzere şunları dayatıyor:

1. Ulusal Ordu tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri Pentagonlaştırılarak, bölge polisi haline getirilecek.

2. 28 Şubat bitirilecek, cemaat ve tarikatlar özgürleştirilecek.

3. Ilımlı İslam yeniden iktidar ortağı yapılacak.

4. Yukardan denetim altına alınan PKK yasallaştırılacak.

5. Bütün bunlara muhalefet eden radikaller temizlenecek. Özeti, Avrupa'ya girebilmek için, Türkiye'den öncelikle kapıdaki vestiyere ulusal ordusunu ve Kemalist Devrim'i bırakması isteniyor. PKK'nin yasallaştırılması talebi ise, ellerinde Türkiye'ye karşı bir bölünme etkeni bulundurmak amacıyladır.

Bu dayatmaların kabul edilmesi mümkün değildir.

Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir; direnecektir; kesindir bu. İşbirlikçi hâkim sınıfların devleti ve NATO'ya bağlı bir ordu nasıl direnir diye soranlar oluyor, şunu görmüyorlar: 28 Şubat'tan beri Türkiye'de, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, iki iktidar odağı oluşmuştur. Küçük Amerika rejiminin karşısında Kemalist Devrim rotasında yeni bir iktidar belirmektedir. O nedenle sakız çiğner gibi tek bir "derin devlet"ten söz eden tahliller geçersizdir. Direnecek olan kuvvetler, Kemalist Devrim rotasında toplanmaktadır. Küçük Amerika rejimi sönerken, devrimci birikim canlanmaktadır. Osmanlı devletinin içinden Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren bir Kuvvayı Milliye nasıl çıktıysa, bugün de öyle olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 28 Şubat'tan bu yana Cumhuriyet Devrimi mevzisinde kararlı bir tavır göstermesi, yaşanan sürecin önemli bir işaretidir. 28 Şubat aslında 1995 Mart'ında Kuzey Irak'a yapılan Çelik Harekâtı'yla başlamıştır. Türk Ordusu, bu harekâtla ABD'nin egemenlik alanına girmiştir. Arkasından gelen 1996 sonbaharındaki Türk Ordusu-Irak-Barzani işbirliği, ABD'nin Kuzey Irak'taki hâkimiyetine ağır bir darbe indirdi. Olayı ABD Genelkurmayına yakın Joint Forces Quarterly dergisi, "ABD Ordusu'nun Vietnam'dan sonra aldığı en büyük yenilgi" olarak niteledi.

Bu süreç, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi kazanımlarını korumakta kararlı olduğunu göstermiştir. Dıştan gelen baskılar, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gibi, Türk-Kürt birliğini pekiştirme gereğini de ortaya çıkarmış ve Acil Kardeşlik Çözümü'nü gündeme getirmiştir. Dışa karşı bağımsızlığı ve içte laikliği savunmak, demokratik süreci kaçınılmaz olarak ateşlemiştir. Süreç kuşkusuz iniş çıkışlıdır, zaman zaman geri dönüşleri içerir. Ancak ben bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusal devlet ve Cumhuriyet Devrimi mevzisinde kararlı bir tavır alacağına, emperyalist baskılara teslim olmayacağına güveniyorum. Bu güvenimi de her yerde olduğu gibi burada da ifade ediyorum.

Ulusal devlet

Türkiye'nin ulusal devletinin direneceğini söylemek, dayanaksız bir umudun ifadesi değildir; toplumsal-ekonomik gerçeğe dayanır. Ulusal devlet, ulusal piyasa temeli üzerinde var olur. Hiçbir ulus devlet, ulusal piyasanın dağıtılmasını ve kendi temellerinin yok edilmesini, kısacası sömürgeleşmeyi kabul etmez. Ulusal devletler silahla kurulmuşlardır ve ancak silahla yıkılabilirler. Türkiye'nin barışçı yoldan yıkıma uğratılması pratiği, aslında en sonunda dıştan ve içten silahlı müdahalenin koşullarını hazırlamak ve uygun mevziler yaratmak içindir. Türkiye bu sürece kurbanlık koyun gibi başını uzatmayacaktır.

Irak ve Yugoslavya direnebilmiştir; Türkiye haydi haydi direnir. Türkiye ulusal devleti ve ordusunun direnme potansiyeli, Irak ve Yugoslavya'nın on katıdır. İnsan malzemesi, bağımsız devlet ve ordu geleneği, ekonomisi ve diğer olanakları yanında, hızla güçlenen Avrasya blokunun sağladığı uluslararası olanaklar hesaba katılırsa, Türkiye'nin Batı'ya boyun eğmeyeceği ve kendi ulusal devletini Batı'ya bir kez daha kabul ettireceği açıktır. Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, egemenliğe saygı ve karşılıklı yarar temeline oturması, bu direnişle gerçekleşecektir.

Demokratik devrim

Burada herkesin önündeki soru şudur: Kimin yanında olacağım? Ulusal devlet ve ulusal ordunun mu, yoksa Batı'yla bütünleşme projesinin mi? Bu iki karşıt program ve kuvveti bağdaştırmak mümkün olamayacağına göre, herkes bu seçeneklerle yüz yüze gelecektir. Bir an önce safa girmek, Türkiye'nin demokratik devrimi ve Kürt sorununa çözüm açısından da önemlidir.

Batıya karşı tavır

Kürt sorununun demokratik çözümü, Batı ile işbirliği yapıldığı için değil, Batı'ya karşı kesin tavır alındığı için hızlanacaktır. Kürt sorunu, Batı ile işbirliği yapıldığı ölçüde sürüncemede kalır; Batı'yı Kürt sorununun içine davet eden uygulamalara ne kadar kararlı bir tutumla son verilirse, çözüm o kadar demokratik ve çabuk olacaktır. Çünkü Kürt sorunundaki esas engel, artık Kürt realitesini kabul etmeyen iç kuvvetler değil, Kürt sorununu Türkiye'ye karşı kullanmak isteyen dış kuvvetlerdir. O dış kuvvetlere karşı, ne kadar güçlü bir Türk-Kürt birliği kurulursa, güven ortamı o kadar sağlıklı olur ve demokratik çözümler de güncelleşir. Eğer, Kürt sorununu çözmede, Türkiye'ye karşı Batı'nın baskısından yararlanmayı düşünenler olursa, bu, Türkiye üzerindeki tehditle birleşerek sorunu çözmeye kalkışmak anlamına gelir.

Matematik formüllerle ifade edecek olursak: Türk+Kürt demokratik çözüm.

Batı+Kürt çözümsüzlük. Türk+Kürt birliği, Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi Batı'dan gelen tehdide karşıdır.

Batı+Kürt formülü ise, Türkiye'ye karşıdır.

Bugünkü koşullarda Batı'nın yanında olmak, aslında Türkiye'ye karşı olmak anlamını taşımaktadır. Sizin de dikkatinizi çekmiştir, Türkiye'nin bütünlüğü içinde yer almak, Batı'nın hoşuna gitmiyor.

Denecektir ki, Türkiye devletini yönetenler elli yıldır Batı işbirlikçisidir. Doğru! Zaten Türkiye'yi bu hale getirenler de onlardır. Biz devrimciler, elli yıldır onlara muhalefet ediyoruz ve Kemalist Devrim'in kazanımlarını savunuyoruz.

Küçük Amerika

Küçük Amerika rejimi açısından deniz bitmiştir. Batı ile işbirliği yoluyla Türkiye'ye yapılan kötülüklerin sonuna gelinmiştir. Yaratılan mafya-tarikat-gladyo rejimi derin bir krize girerken; Kemalist Devrim kendisini yenileyerek canlanmaktadır.

Türkiye'nin ulusal devletini ve diğer devrimci kazanımlarını savunmak, statükoyu korumak değil, devrimci bir sürece omuz vermektir. Türkiye, kendini savunmak için elli yıllık küçük Amerika sürecinin oluşturduğu mafya-tarikat-gladyo rejiminden kurtulmak durumuyla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle ulusal devletin savunulması, Türkiye'de köklü bir iktidar değişikliğine ve yenilenmeye yol açacaktır.

Bu olay, Kurtuluş Savaşı'yla başlayan devrime benzer. Türkiye, sömürgeleşme tehdidinden kurtulayım derken, Osmanlı Ortaçağın’dan da kurtulmuş ve demokratik devrim sürecinin en önemli atağını yapmıştır. Benzer bir durumda bulunduğumuz tahlilini yapan İşçi Partisi, Aralık 1999'da yaptığı 5. Genel Kongresi'nde bu sürecin ihtiyacına cevap veren bir iktidar projesi kararlaştırdı ve önüne üç birlik görevini koydu:

Siyasal düzlemde: Kemalist-Sosyalist ittifakı.

Kitlesel düzlemde: Türk-Kürt birliği.

Yaptırım düzleminde: Halk-Ordu birliği.

Program ise, Altı Ok'tur.

Altı Ok, hâlâ geçerlidir; önümüzdeki devrimci adımın temel yönelişlerini içerir.

Altı Ok, halk açısından doğru olmanın ötesinde, Türkiye'nin büyük güçlerini birleştirecek tek formüldür.

"Demokratik Cumhuriyet" gibi formülleri, demokrasi düşmanı neoliberal çevreler de paylaşıyor. Altı Ok ise, eskilerin deyişiyle "Efradını cami, ağyarına mâni" bir programdır; yani fertlerini toplar, düşmanına da engel olur. Altı Ok benimsendiği zaman, emperyalistlerle ve halk düşmanlarıyla birleşme tehlikesi yoktur.

Altı ok

Altı Ok'u farklı kavramlarla ifade etmek mümkündür; ancak o zaman programın sihiri bozulur; büyük kuvvetler birleştirilemez ve tarihten kuvvet alınamaz; kısacası hedefe ulaşılamaz. Türk ve Kürtlerin ortak tarihindeki en büyük miras, Kemalist Devrim'dir. Altı Ok, Kemalist ile Sosyalisti, Türk ile Kürdü, Halk ile Orduyu birleştirebilecek tek formüldür. Bu nedenle Altı Ok'un alternatifi yoktur.

Türk-Kürt birliğinin örgütsel biçimi, birlikte örgütlenmektir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk ve Kürdü, Anadolu'da bir hükümet kurmak için, Müdafaai Hukuk Cemiyetleri'nde birlikte örgütlemesi, bugün de örnek alınacak çözümdür. Birlikte örgütlenme, birliği sağlamlaştırır. Ayrı örgütlenme, ayrılma etkenlerini güçlendirir. Batı'nın "PKK'yi yasallaştırmakta" diretmesinin nedeni, Türkiye'yi bölme tehdidini elde bulundurmak içindir. Buna olanak verilmemesi, binlerce sayfa birlik yanlısı sözden ve birlik yemininden çok daha etkilidir ve belirleyicidir.

Birlikte örgütlenme, vitrinde değil, gerçekte olmalıdır. Batı güdümlü programlar, Türk ve Kürdü birleştirmez. Kıblesi Washington ve Brüksel olan bütün programlar, bölücüdür. O merkezler, birleşik bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü birleşik ve güçlü bir Türkiye'nin "Kriz bölgelerine müdahale misyonu"nu kabul etmeyeceğini biliyorlar. Onlara mecbur ve muhtaç olması için, Türkiye'nin sorunlu, zayıf ve parçalı olmasını istiyorlar. Birlikte örgütlenme, bu dayatmaya örgütsel cevaptır.

Kardeşlik çözümü

Birlikte örgütlenme, aynı zamanda Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü'nü de hızlandıracaktır. Birlikte örgütlenmenin sağladığı güven ortamında, Kürt kitlelerinin demokratik talepleri konusundaki kuşkuların dağılması da kolaylaşacaktır.

Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre, "Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü", genel çizgileriyle kabul edilmiş ve Millî Güvenlik Kurulu'ndan geçmiştir. Sorunu çözecek merkez, Washington veya Brüksel değil, Ankara'dır.

Hal böyleyken, çözümün Türkiye'den değil, Batı'dan beklenmesi, Kürt yurttaşlarımızın bilincinde bölünme etkenini güçlendirir. Bugün en temel mesele, Kürt yurttaşlarımızı, çözümün Batı'dan değil, Türkiye'den geleceğine ikna etmektir. Herkes bilmelidir ki, ABD ve Avrupa çözemez, Türkiye çözer. Herkes iyice kavramalıdır ki, Batı'dan ne barış gelir, ne de özgürlük. Dış müdahaleye ne kadar kararlı tavır alınırsa, çözümün uygulamaya konması da o kadar hızlanacaktır.

Aslında bu mektubu önümüzdeki süreçte nelerin olamayacağı ve nelerin de kesinlikle gerçekleşeceği konusundaki görüşlerimi bildirmek için yazdım. Bazı tekrarlarda bulunmak pahasına madde madde sıralayacak olursak:

1- Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti, kesinlikle kurulamayacaktır; kurdurulmayacaktır. Türkiye, gerekirse bölge devletleriyle birlik- te hareket edecek ve ABD'ye bu fırsatı vermeyecektir. ABD'ye güvenerek Kuzey Irak'ta Kürt devleti kurulacağı varsayımına göre hareket edenler, büyük bir yanılgıya düşerler. Asya kapıları ABD'ye kapanmaktadır. Koşullar, Türkiye'den yanadır. Bu nedenlerle Kuzey Irak'ta Kürt devleti girişimi, başarısızlığa uğrayacaktır. Bu girişimi destekleyenler, altında kalır. İki ihtimale göre hareket edenler de, yığınakta hata yapmış olurlar.

2- Avrupa Birliği merkezli "Demokratik Cumhuriyet" programının başarıya ulaşma şansı yoktur. "Demokratik Cumhuriyet" projesi, Kemalist Devrim rotasındaki çözüm değildir. Bu program, "İkinci Cumhuriyetçilere" aittir. Aslında amaçları, Kemalist Devrim'in kazanımlarını yıkmak ve Türkiye ulusal devletini Yeni Dünya Düzeni içinde yok etmektir. Buna izin verilemez; verilmeyecektir. Dünya ve bölge koşulları, bu açıdan Türkiye'den yanadır.

3- Çözüm, Avrupa Birliği'nde değil, Kemalist Devrim rotasındadır. Bu nedenle Avrupa Birliği yandaşlığı çözüme hizmet etmez. Türkiye, Avrupa Birliği'ne kesinlikle girmeyecek, bu yüzyılın başında Atatürk'ün önderliğinde kararlaştırdığı hedefe kararlı olarak ilerleyecek, başka deyişle ulusal devletinden vazgeçmeyecek, irticayı ezecek ve Atatürk'ün Altı Ok programını uygulayacaktır. Kürt meselesinin çözümü de buradadır.

4- Hem Avrupa Birliği hem Kemalist Devrim'i tamamlama gibi ikili ve ikircikli tavırlar geçersizdir. Karşı karşıya gelen güçlere mavi boncuk dağıtmak, yararlı olmaz. Cumhuriyet Devrimi cephesinde kararlı bir tavır almak, Kürt sorununu çözmek açısından da anahtar değerindedir.

5- Kürt sorunu, Kurtuluş Savaşı'nda izlenen kardeşlik politikasıyla çözülecektir. Burada kesin kararlılık vardır. Ana hatları şöyledir:

Bir: Kürt gerçeği kabul edilecektir.

İki: Türk ve Kürt, Türkiye'nin asli sahipleridir ve bölünmez bir millet oluştururlar.

Üç: Batı'dan gelen yeni Sevr tehdidine karşı Türk-Kürt birliği pekiştirilecektir.

Sarıyer'de klip çekerken eski topçu karakolunu yaktılar Sarıyer'de klip çekerken eski topçu karakolunu yaktılar

Dört: Kürt yurttaşlarımızın, dışa karşı birliği sağlamlaştırmaya hizmet eden talepleri ve hakları, üniter devlet çerçevesi içinde gerçekleştirilecek ve güvence altına alınacaktır. Bunların çoğu zaten fiilen vardır.

Beş: Kültür ve eğitime ilişkin haklar ve olanaklar, Kemalist Devrim'in devrimci kültürünü geliştirmeyi esas alan birlik çizgisi üzerinde gerçekleştirilecek, Kürtlerin kendilerine özgü kültür ve folkloru vb. ilerletmelerine bu zemin üzerinde olanak sağlanacaktır.

6 Kürtlerin taleplerinin çözüme bağlanmasının önündeki başlıca engel, Batı'ya bel bağlayan ve bu nedenle güvensizlik yaratan tutumlardır. Kürt yurttaşlarımızın çeşitli taleplerinin gerçekleşmesi, Washington ve Brüksel'den medet uman tutumların kesinlikle terk edilmesine ve bu konuda Türkiye halkına güven verilmesine bağlıdır. Bu tutum, Türkiye halkı içinde ve gözlemlediğim kadarıyla devlet katında, "Irak ve Yugoslavya'da olduğu gibi hıyanetle mi karşılaşacağız" kaygılarına yol açmaktadır. Hak ve özgürlüklerin bölücülük amacıyla kullanılmayacağı yolunda, lafla değil, davranışlarla kesin güven verilmelidir. Bu nedenle, Batı'ya yönelen ve Batı'dan çözüm bekleyen bütün eğilim ve davranışlar kökten terkedilmeli, yüzler Türkiye'ye çevrilmelidir. Limanda Avrupa seferi için bekletilen gemiler, Tarık Bin Zeyyad'ın yaptığı gibi yakılmalıdır. Türkiye dışındaki seçenekler yok edilmelidir.

7 Ayrı örgütlenme ayrılığa, birlikte örgütlenme birliğe ve özgürlüğe hizmet eder. Türkiye halkına ve Cumhuriyet Devrimi kuvvetlerine güven verecek en temel pratik, ayrı örgütlenme politikasının temelden terkedilmesi ve birlikte örgütlenme çalışmasına girilmesidir. Bu nedenle PKK ve HADEP kimlikli söylem ve uygulamalar bırakılmalı, "biz" kavramı yeniden tanımlanmalıdır. "Biz" kavramıyla, Kürtler değil, Türk-Kürt birliği, Türk-Kürt kardeşliği, Cumhuriyet Devrimciliği ifade edilmeli ve buna uygun tavırlar alınmalıdır.

8PKK ve HADEP dağıtılmalıdır. Ayrı örgütlenme temelinde kurulan bu örgütler korunduğu sürece, bölücülük seçeneği saklı tutulacak ve uygun koşullarda gündeme sokulacaktır. Batı devletleri, bu seçeneği elde bulundurmaktan vazgeçmiyorlar. Kaldı ki, ayrı örgütlenme kaçınılmaz olarak ayrılığa hizmet eder. Öyleyse, birlik isteğinin biricik ifadesi, PKK ve HADEP'in dağıtılması ve birlikte örgütlenme pratiğine girilmesidir.

9Birlikte örgütlenmenin programı, "Demokratik Cumhuriyet" değil, Atatürk'ün Altı Oku'dur. Bu iki program, birbirinin karşısındadır. "Demokratik Cumhuriyet" programı, Batı güdümlü neoliberal ve şeriatçı güçleri birleştiriyor. "Demokratik Cumhuriyet", kaçınılmaz olarak bölücülüğe hizmet ediyor. Altı Ok ise, her alanda doğru çözümü temsil ediyor. Milliyetçilik oku, CHP 1931 programında, bağımsızlık ve çağdaş uygarlıklarla uyum olarak tanımlanmıştır; yani Kürtleri dışlayan bir milliyetçilik tanımı yapılmamıştır (Bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-3/Altı Ok, s. 30 ve 119).

10 Kürt yurttaşlarımızın Atatürk'ü ve Altı Ok'u kararlı olarak savunmaları, Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümünü hızlandırır ve onları Türkiye'nin geleceği üzerinde daha etkili iktidar konumlarına getirir. Atatürk'ün Altı Ok'u gibi sağlam ve devrimci bir zeminde birleşmek, Kürt yurttaşlarımıza olan güveni de güçlendirir ve çözüm için gerekli kültürel-psikolojik koşulları yaratır. Atatürk, Kürt sorununun çözümünde eşi bulunmaz bir ikna gücünü temsil eder. O'nun Kurtuluş Savaşı'nda uyguladığı program, Türkiyeci güçleri birleştirir. Kürt yurttaşlarımız burada örnek bir tavır almalıdırlar. Bu tavır, çözümün önündeki engelleri aşmak ve süreci hızlandırmak açısından belirleyici önemdedir. Kemalist Devrimi tamamlama ve Kardeşlik Çözümü rotasında birlikte örgütlenmek, Kürt yurttaşlar kitlesini önümüzde gerçekleşecek Cumhuriyet Devrimi iktidarında etkili konumlara getirir. Buna Türkiye'nin ihtiyacı vardır.

11-Dağıtılan PKK'nin silahlı ve silahsız güçlerini, Türkiye'nin birliğine ve kardeşliğe kazanmak için uygun çözümler üretilmelidir. PKK yönetimi istese bile, yönettiği güçlerin tamamının Türkiye makamlarına teslim olmayacağı ve bu güçler üzerindeki kontrolün, Türkiye düşmanı devletlere ve birlik sürecine zarar veren başıbozuk oluşumlara geçebileceği dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, teslim olan ve dağdan inenler için makul ve gerçekleşebilir bir çözümün geliştirilmesi planlanmalıdır.

Size duyurmak istediğim görüşler bunlardır. İyi dileklerimi ve selamlarımı yollarım.

Doğu Perinçek

İşçi Partisi Genel Başkanı

*2000 yılı Mayıs ayı ortalarında Abdullah Öcalan’ın avukatları bir heyet halinde ziyaretime geldiler; görüşlerimi sordular. Bizzat Abdullah Öcalan'ın görüşlerimi öğrenmek istediğini. Ona aktaracaklarını söylediler. Ben de Kürt meselesinin çözümü dahil, Türkiye'nin yaşadığı sürece ilişkin tahlilimi ve programımızı anlattım. Daha sonra bu çözümlerin yetersiz ve eksik aktarılmasından kaygılanarak, görüşlerimi yazılı hale getirdim ve bütün Kürt Örgütü liderlerine ve basına gönderdim. Resmi makamlara da yolladım ve ayrıca Teori dergisinin Aralık 2000 tarihli sayısında tam metin halinde yayımladım. Bu mektubun her satırının altına bugün de imza atarım. Herkese de dikkatle incelemelerini ve bu meselenin çözümünde değerlendirmelerini öneririm. Mektup, "Ergenekon Davası" dosyasında da bulunmaktadır.

Kaynak: Haber Merkezi